4 Mayıs 2014 Pazar

Lizbon: Evde Hissettiren Şehir


Lizbon ve Sintra ile ilgili özet bir yazı için 'Hürriyet Seyahat' internet ekinde de yayınlanan bu blogtaki 'Öğrenci Kafasıyla, Avrupa'nın En Doğusundan En Batısına...' başlıklı yazıya göz atabilirsiniz. 


Almanya güzel memleket; düzenli, güvenli ve sakin.Bunlar hep iyi özellikleri. Peki ya kötü yönleri yok mu bu ülkenin? Hele de Akdeniz kanı taşıyorsanız bazı şeyler o kadar özleniyor ki burada yaşarken.Pazar günleri marketlerin kapatıldığı, akşam 7’den sonra sokakların sinek avladığı, her şeyin kendine ait bir kuralının olduğu ve kurallara uyulmak zorunda olunduğu bir yer hayal edin. Belki hayal bile edemediniz çünkü bizde işler böyle yürümez. Saat  10’a kadar açıktır dükkanlar; sokaklar cıvıl cıvıldır geceleri; pazarlar alışveriş günüdür; kural mı dedi biri, herkesin kuralı kendinedir. Neyse insan her şeye alışıyor, ben de alıştım buralara. Hem Almanların bir sözü var, ben de çok seviyorum ve sık sık kullanıyorum:  ‘’Andere Landern, andere Sitten’’. Farklı ülkeler farklı kurallar diye çevirebiliriz bu deyimi. Çok sorgulama hayatı, neredeysen oralı ol ve yaşa diyorlar yani.

Madem öyle, bu kadar şeyi niye yazdım: Almanya’dan sonra Lizbon’da tam da evde hissettiğim için kendimi. Her şehrin farklı bir atmosferi vardır ve önemli olan sizinle şehrin atmosferinin ne kadar uyuştuğudur.  Bazı şehirlerle aranız açıktır, bazısıyla iyi anlaşırsınız ve bazılarındaysa kendinizi bulursunuz. Ben işte Lizbon’da kendimi buldum.  Daha ilk gördüğümde içim ısındı şehre, yeşilin sarıp sarmaladığı binalar, denizi anımsatan koca bir nehir: Tejo ve ona adanmış köprüler. Uçak yere indiğinde, havaalanının içinde sanki ben buraya gelmiştim dedim içimden. Bu insanlar ne kadar da benziyordu bize; gerek görünüşleri, gerekse de yardımseverlikleriyle. Boy ortalaması bir anda kısalmış, tenler esmerleşmişti; sorulan yolu gösterenler sürekli gülümsüyordu.

3 unutulmaz gün geçirdiğim bu güzel şehrin insanlarını, mekanlarını, tarihini, damak zevkini anlatmaya çalıştım bu yazımda. Umarım hoşunuza gider.




Alfama'dan şehre bakış




KISA KISA LİZBON


Roma’dan eski: Lizbon Avrupa’nın en eski şehirlerinden öyle ki M.Ö. 1200’de kurulduğu varsayılan şehir, Atina’dan sonra Avrupa’nın en eski başkenti olma özelliğine sahip.

Tramvaylar Amerika’dan: Lizbon’un simgesi olan sarı tramvaylar aslında Amerika’dan sipariş edilmiş ve halk arasında bunlara “americanos” denmiş.

İstanbul’un ruh ikizi: Lizbon Roma ve İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş. 1255 yılından beri Portekiz’in başkenti olan şehir 16. yüzyılda Portekiz İmparatorluğu zamanında en ihtişamlı dönemini yaşamış.

Lizbon ismi nereden gelir?: Şehrin adının Latince Olissipo’dan geldiği düşünülse de Lizbon’un Arapça ismi olan el-Uşbuna’dan türediğine dair fikirler de var.

Arap esintileri: Lizbon 711’den 1147 yılları arasında Arap yönetiminde kalmış. Bu süre içinde gerek mimari, gerek sosyal yaşam ve gerekse de yerel dil Arap medeniyetinden etkilenmiş. Şehrin en eski mahallesi olan Alfama’nın temeli Arapça el-hamma (hamam) sözcüğünden gelmekte . Eski şehrin duvarlarını süsleyen mavi ve yeşil seramiklerin de Arap esintileri taşıdığı görülmekte.

Depremler: 1531 ve 1755 yıllarında iki büyük deprem atlatan şehir, özellikle ikinci depremden sonra büyük hasar görmüş ve şehirdeki yapıların yüzde 85'i yıkılmış. Bu felaketten sonra Voltaire şehrin anısına Poême sur le désastre de Lisbonne (Lizbon felaketi üzerine şiir) ismiyle bir şiir yazmış ve Candide adlı 1759 tarihli romanında bu depremden sözetmiş.


HAVAALANINDAN ŞEHRE ULAŞIM


Lizbon havaalanı şehir merkezine 25-30 dakikalık bir mesafede. Havaalanından şehir merkezine gitmek için Aerobus, metro, taksi gibi seçenekler var. Aerobus havaalanı şehiriçi arası servis yapan otobüs. Biletler yetişkinler için 3.5 euro ve sadece bu otobüsler için tüm gün geçerli. Biz ikinci ve en uygun olan alternatifi seçtik ve metroyla şehre indik.  Yalnız metro bileti almadan önce önemli bir nokta var ki bu  da yürümeyi ne kadar sevdiğiniz. Eğer şehri yürüyerek keşfedenlerdenseniz o zaman 50 cent karşılığında bir adet Viva Viagem kartı alın ve her yolculuğunuzun bedeli olan 1.25 euroyu karta yükleyin. Yürüyecek zamanım yok derseniz onun da çözümü var: 6 euroya günlük kart alıp toplu taşımayı sınırsız kullanabilirsiniz. Bunlar bana göre değil ben bir kez bineceğim metroya diyenlerdenseniz o zaman tek binişlik bilet size göre ve ücreti 1.40 euro.  Metro biletini, metro türnikelerinin önündeki  danışmadan alabilirsiniz. Havaalanı ulaşımıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için:  http://www.lisbonairport.net/getting-to-lisbon-airport.htm

Ulaşıma değinmişken Lizbon metro sisteminden bahsedeyim. Düzenli bir metro ağı var şehrin ve dört farklı hat dört farklı renkle isimlendirildiği için ulaşım gayet kolay sağlanıyor.

Hatlar:  azul (mavi), verde(yeşil), amarela(sarı), vermelha(kırmızı)

                                                                 Lizbon metrosu



LİZBON'UN  TARİHİ


Sırasıyla Keltler, Fenikeliler, Romalılar, Endülüsler ve Hristiyanlarca yönetim altına alınmış bir kent Lizbon. Bu kadar farklı medeniyete kucak açmışken, eski dönemlere ait yapıları da görmek istiyor insan. Fakat gerek Lizbon’u yıkan büyük depremler gerekse de bazı yöneticilerin işgüzarlıkları nedeniyle beklenenin aksine o
Portekiz bayrağı
geniş mozaiği görmek güç Lizbon’da. 711’de Arapların İber yarımadasına gelmesiyle bu adadaki birçok şehri kısa bir sürede fethetmesi bir olmuş. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden beri dağınık biçimde yaşayan kabilelerden oluşan İber yarımadası, güçlü ve düzenli bir ordusu olan Araplara karşı duramamış ve Lizbon da yine 711 yılında Arap topraklarına katılmış. Haçlıların tertiplediği 1147’deki kuşatmaya kadar şehir Arap yönetiminde kalmış. Bu süre zarfında şehirde resmi dil Arapça olmuş ve Hristiyan, Yahudi, Berberi gibi farklı gruplardan oluşan
Lizbon bayrağı
bir etnik mozaik şehre hakim olmuş. 1147’de şehrin düşmesiyle birçok cami ya kiliseye döndürülmüş ya da tahrip edilmiş. 1531 ve 1755 depremleri de şehrin çehresini bir hayli değiştirmiş. Özellikle son depremde şehrin tahmin edilen nufüsu olan 200.000-275.000 kişiden 30.000 ila 50.000 inin hayatını kaybettiği belirtilmiş. Şehirdeki yapıların %85’inin de yine bu depremle birlikte yıkıldığı kaynaklara geçmiş.  Depremden sonra hal böyle olunca, şehirde tekrar yapılaşma için hamleler atılmış. Şehrin meydanlarından Placa de Rossio ve Praca do Comercio, yeniden inşa edilen şehrin simgelerinden sayılmış. Tüm bu depremlerden en az yarayla çıkan mahalle ise Alfama olmuş. Alfama mahallesi, Sao Jorge kalesinin eteklerinden uzanan dar sokaklarıyla tarihe yolculuk yaptırıyor Lizbon’da.

1255’te Portekiz Krallığı’nın başkenti olan kent en parlak zamanlarını 16. yüzyılda coğrafi keşifler döneminde yaşamış. Bu devrin zenginliğini gözler önüne seren yapılar UNESCO koruması altındaki Belem Kulesi ve Jeronimo Manastırı. Özellikle Brezilya’da tutunan Portekiz Krallığı, İspanya ile taht savaşı sırasında krallığının merkezini de geçici olarak bu Latin Amerika ülkesine taşımış. 19. yüzyılda şehrin Napolyon tarafından fethi, şehirdeki Fransız kültürünün etkisini arttırmış; geniş caddeler ve kafelerin şehirde belirmesine neden olmuş. Bugün şehrin alışveriş caddesi olan Avenida da Liberdade de bu dönemde inşa edilmiş. Tek komşusu İspanya gibi dünya savaşlarına katılmayan ülke 1900’lü yıllarda üç önemli dönüm noktası yaşamış.

5 Kasım 1910         1. Portekiz Cumhuriyeti:  Krallığa son verilip cumhuriyet yönetimine geçilmiştir.
6 Temmuz 1926  2. Portekiz Cumhuriyeti:  Estodo Nova(Yeni Devlet) olarak adlandırılan dönem diktatörlüklere sahne olmuştur. António de Oliveira Salazar 1968 yılına kadar devletin cumhurbaşkanı olmuştur.
25 Nisan 1974     3. Portekiz Cumhuriyeti:  Karanfil Devrim ile baskıcı rejime son verilerek normal yönetime geçilmiştir. Devrim adını, tanklara takılan karanfillerden ve halkın desteğinden almıştır. Devrimin dünya için önemli bir sonucu da Portekiz’in Afrikada’ki sömürgelerinden olan Mozambik ve Angola’nın bağımsızlık ilanı; Hindistan ve Endonezya’nın eski Portekiz topraklarıyla beraber tanınması sayılabilir.

1986’da İspanya ile beraber Avrupa Birliği’ne üye olan ülke 1994’te Avrupa Kültür başkenti seçilmiş ve 1998’de Expo fuarına ev sahipliği yapmıştır.



LİZBON’DA NE YAPMALI?


28 numaralı tramvaya binilmeli: İstanbul İstiklal Caddesi’nde işleyen tramvay gibi nostanjik bir tramvaydır.28 numaralı tramvaylar sarı renkli olup Rossio yakınlarındaki Martim Moriz’den başlar ve Lizbon’un en eski mahallesi olan Alfama’da sona erer. Yellow Bus diye anılan turistlik otobüslere binmektense tramvaya atlayıp tarihin sesine hem de çok daha uygun bir fiyata kulak verin.



Alfama hissedilmeli: Arapça El-hamma (hamam)’dan türeyen ismiyle mahalle eski Lizbon’u oluşturuyor. Konumu gereği 1755 depreminden en az etkilenen mahallede dar sokaklar, çinili binalar, çiçeklendirilmiş pencereler insanı başka devirlere götürüyor.




Baxia’da yürünmeli: 1755’teki depremden sonra  Marquês de Pombal’ın dizayn ettirdiği şehir merkezi. Yaya caddesi olması nedeniyle üzerinde birçok dükkan ve restoran bulunan turistik bir caddedir.




Barrio Alto’da kalabalığa karışılmalı: Konumu gereği yukarı mahalle olarak adlandırılan merkez, meydanındaki kafeler ve sokaklarındaki gece hayatıyla Lizbonluların toplanma yeridir.




Santa Justa Asansörü’ne binilmeli: Orta Avrupa şehirlerinde karşılaşmayacağınız türden bir görünüm arz eder asansör. Yapılış amacı İzmir asansöründen farklı değildir. Bugün turistlik amaçla işlevine devam eden asansör Baxio ve Bario Alto’yu birbirine bağlar.




Belem’e gidilmeli: 15 nolu tramvayla 20 dakika gibi bir sürede gidilen bir mahalle. Önemi Lizbon’un UNESCO tarafından korunan iki yapısı olan Jeronimos Manastırı ve Belem Kulesi’ne ev sahipliği yapması. Gemici Henrique'nin ölümünün 500. Yılı anısına inşa edilen Keşifler Anıtı da Belem’in vazgeçilmezlerinden. Anıtta, Vasco de Gama ve Bartolomeu Dias gibi coğrafi keşiflere damgasını vurmuş Portekizci denizcilerin tavsirleri görülebilir. Yeni lezzetlerin peşinde dolaşanlar içinse en önemli yer 1837’den beri hizmet veren Belem Pastanesi.

Belem kulesi
Keşifler anıtı














Gülbenkyan Müzesi görülmeli: Kalust Gülbenkyan’ın özel koleksiyonunun sergilendiği müzede Mısır, İslam, Mezopotamya, Ermeni, Uzakdoğu eserleri mevcut. Müze dünyanın en özel ve geniş kişisel koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor.


Müzeyle ilgili daha detaylı bilgi için:

Kalust Gülbenkyan Ermeni asıllı bir Osmanlılı. 1869’da İstanbul’da dünyaya gelen Gülbenkyan, İngiltere King’s Collage’da petrol mühendisliği okuduktan sonra kariyerine petrol alanında devam etmiş ve zenginleştiği ölçüde sanatla ilgilenmiş bir iş adamı. 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız bir ülke olarak kalan Portekiz’e yerleşmiş ve tüm mal varlığını bu ülkeye bağışlamış. Ölümünden 1 yıl sonra kurulan müze, bugün kendi deyişiyle ‘’en iyilerin’’ olduğu özel koleksiyonuyla ziyaretçileri ağırlamakta.



LİZBON’U BİTİRENLERE:



SİNTRA:


Lizbon bir başkent, hal böyle olunca şehir önemli yapılara ev sahipliği yapıyor. Müzeleriyle, parklarıyla, ara sokaklarıyla şehri tanımak için en az 2 gün şart. Ben Lizbon’u hallettim şimdi sıra çevresinde diyorsanız Sintra harika bir günübirlik rota. Lizbon metropolitan alanı içinde kalan kente ulaşım çok kolay. 1.80 Euroya atladığınız trenle 40 dakika gibi bir sürede Sintra’da buluyorsunuz kendinizi. Bu yolculuk esnasında Lizbon’un banliyölerden geçerken futbol takımına ismini vermiş olan Benfica mahallesini de göreceksiniz. Sintra’ya vardığınızda tren garının eski merkeze yaklaşık 1 km kadar uzakta kaldığını unutmayın.

Peki ne yapılmalı Sintra’da? Eski şehir gezilmeli, Sintra kalesine çıkılmalı, Sintra pastası yenmeli.
Eski şehir tren garına 1 km uzaklıkta kalıyor. Yürüyüş için uygun bir rota, Sintra’nın sıcak yapıları arasından, ağaçların gölgesinden geçerek varıyorsunuz eski merkeze. Burada dükkanlara bakabilir, güzel balıkları tadabilir, Porto şarabı içebililir ve Lord Bryon’ın hep gittiği söylendiği barı görebilirsiniz. Sintra’nın küçük ve tatlı sokaklarında keyiflendikten sonra şimdi tepeye çıkma zamanı, muhteşem manzarasıyla Sintra kalesi sizi bekliyor. Sintra kalesine ulaşım için daha çok araçlardan yararlanılıyor. Zamanı olanlara ve çok kolay yorulmayanlaraysa tavsiyem yürümeleri yönünde olacak çünkü rota yokuşlu olsa da yeşilin kalbinden ilerlediğinizi hesaba katarsak manzara bir harika. Atmosferiyle huzur verici yokuşuyla yorucu olan rotaya kral bahçesinden geçerek başlayıp daha sonra asfalt yolu takip ederek yaklaşık 30-40 dakika içinde kaleye ulaşabilirsiniz.Otobüse gelince’ hop on hop off ‘ları kullanabilirsiniz ki bu otobüsler aynı zamanda otobüs içindeyken rehber hizmeti de veriyor. Bu hizmetin ücreti 12 ila 15 euro arasında. Diğer alternatifse beyaz otobüsler. Şehrin her yerinde durakları olan 434 numaralı otobüs sizi 5 euroya tepeye çıkaracaktır. Yalnız belirtmek gerekir ki özellikle yaz aylarında çok fazla turist çeken bu küçük şehirde, her  15 dakikada bir kalkan bu otobüslerin talebi karşılamadığı kesin. Otobüse binecekseniz tepeye kadar ayakta gitmeyi göze aldığınızı bilin. Turist sayısının nispeten az olduğu nisan ayında bile otobüs ağzına kadar doluydu, gerisini siz düşünün.

Kaleye doğru çıkan yolda dağın içine açılmış odacık tarzında göreceğiniz yapılar Araplar tarafından inşa edilmiş su kanalları. Kalenin altından dağı yararak geçen bu kanallar muazzam bir mühendislik ürünü, hayran kalmamak elde değil.

Sintra’ya değer katan en önemli unsurlardan biri Sintra Kalesi. Çeşitli bölümlere ayrılmış olan kalenin bazı kısımlarına giriş ücretsizken Pena Sarayı, kraliyet bahçesi gibi alanlara giriş için ücret ödemeniz gerekiyor.

Lord Byron'un barı



AVRUPA’NIN SONU:


Avrupa karasının en batısında bulunmak nasıl bir histir? Gün içinde belki birkaç kez Asya’dan Avrupa’ya geçen İstanbullular için çok da büyütülmeyecek bir şey olsa gerek. Doğru ama bu kadar gelmişken Cabo da Roca ‘ya yani Avrupa ana karasının bitip Atlas Okyanusu’nun başladığı en uç noktaya gidelim dedik.Sintra’dan her saat başı kalkan otobüs hınca hınç dolu. 4.10 euroya bindiğimiz otobüs bizi yaklaşık 40 dakika içinde ‘Avrupa'nın sonuna’ getirdi. Dünya düzdü ya çok gidersek bir noktadan sonra boşluğa düşecektik. İnsan bilemediği şeyden korkarmış ancak okyanusa bakınca eski zamanlardaki bu korkunun nedeni anlaşılabilir: yer yer koyulaşan yer yer açılan mavinin tonları ve dinmeyen o sonsuzluk hissi. İnsanın kendiyle kalıp düşünmesi için ideal yerlerden biri. Cabo da Roca bu özelliklerinin yanında fazlaca turistleştirilmiş. Öyle ki 11 euroya Avrupa’nın sonuna geldiğinize dair sertifika bile veriyorlar. Sadece Cabo da Roca’da değil dünyanın farklı noktalarında ana karanın sonuna gelindiğine dair üzerinde turistin isminin yazıldığı sertifikalar satılıyor. Finlandiya Lapland ya da Arjantin Ateş Toprakları da tıpkı Cabo da Roca gibi işi turizme dökmüş ve bu işten gelir elde ediyor. Bazı şeyler öneminden çok pazarlamasına göre değer kazanıyor dünyada. Bizse malesef pazarlamadaki yetersizliğimizden dolayı çok basit bir şey olan sertifika konusundan bile gelir kazanılabilecekken köprülere asılan ’Welcome to Asia’ ile yetinmişiz İstanbul’da.  

Avrupa'nın sonu anıtı


Avrupa’nın en batı ucundan Lizbon’a dönüş için ya Sintra’ya ya da Cascais şehrine doğru yol alabilirsiniz. Biz otobüs saati daha uygun olduğu için Cascais’e gidip oradan Lizbon için trene bindik. Sintra’ya giden yol şehrin banliyölerinden geçerken, Cascais-Lizbon demiryolu sahil şeridini izleyerek Belem üzerinden merkeze varıyor. Lizbon şehir merkezi için yeşil hattın başladığı Cais de Sodre durağında inebilirsiniz.
        

YEME İÇME:


Balıklarıyla, kendine has tatlılarıyla midesine düşkünler için özel bir şehir Lizbon. Balıkların daima taze ve İspanya’ya göre ucuz olduğu ülkenin milli balığının adı Bacalhau (kod balığı). Tatmadan gelmeyin derim.

Söz yeme içmeden açılmışken 1837’den beri faaliyette olan bir pastaneden bahsetsem nasıl olur? Nata, ya da diğer ismiyle Belem pastası Lizbon deyince akla gelen ilk tatlardan. Milföy hamuruna doldurulmuş kremanın tam tarifi hep saklı tutulmuş. O yüzden şehirde satılan Belem pastalarını es geçin ve ilk Nata’nızı işin piri Pasteis de Belem’de yiyin. Tabi bunun için biraz sabretmeniz gerekecek. Küçük ama bir o kadar da leziz pastalara ulaşmak için iki yol var: ya 100 metreyi aşan kuyruğa girecek ya da büyüklüğü karşısında şaşkına uğrayacağınız pastanenin içerisinde boş yer arayacaksınız. Biz şanslıydık ki bir tur attıktan sonra boş bir masa bulabildik. Değer mi canım altı üstü bir tatlı seslerini duyar gibiyim. O zaman size gerçeği söyleyeyim tüm bunları anlatınca yine ağzıma o eşsiz tat geldi. Neyse bence siz bir an önce yola koyulun ve benim yerime de bol bol yiyin bu enfes lezzetten.


Pasta veya pastane için ayrıntılı bilgi için: http://www.pasteisdebelem.pt/en.html

Sintra’nın da kendine has tatlıları var ve bunlardan en ünlüleri Queijalas de Sintra. Tatlı düşkünüyseniz kesinikle deneyin ama bizim gibi Belem’deki o enfes tadın benzerini arayanlardansanız hayal kırıklığına uğramanız muhtemel.

Daha nasıl tanıtsınlar?



FADO: ACININ ve HÜZNÜN SESİ


Lizbon’a kadar gitmişken fado dinlemeden dönmek olmazdı. Alfama’da kaleye doğru çıkan bir yolda sabah saatlerinde gördüğümüz fado için giriş ücretsiz yazısının izinde akşam 8’de yemegimizi sipariş etmek için restorana geldik. Önce yalın gitar sesine kulak verdik, sonra enstüramana sesiyle eşlik eden bir bayan ve onu takiben bir erkek fado sanatçısı sahneyi aldı. Loş ışıkta, derinlere daldıran şarkıları dinledik birer birer.

Fado nedir bilmeyenler veya bilgilerini tazelemek isteyenler için ufak bilgi kırıntıları:

Kelime kökeni Latince ‘’Fatum’’dan gelen fado kader anlamına gelmekte. 1820’ler fadonun miladı olarak görülse de kökeninin daha eskilere gittiği düşünülmekte.  Acı, hasret, hüzün ve kederin müzikle birleştiği bir söylem olan Fado halkın sesidir. Fadonun, eşlerini veya sevdiklerini deniz yolculuklarına uğurlayan, onları özlemle ve kimi zaman da ümitsizikle bekleyen Portekizli kadınların yaktığı ağıtlardan türediği söylenir. En önemli temsilcisi fadonun kraliçesi sayılan Amalia Rodrigues’dir.

Onun sesinden bir fado dinlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=ARS7Zi-Zpkw




DAHA FAZLA LİZBON:


Lizbon’un çevresinde günübirlik gidilebilecek çok yakın rotalar var. Eğer zamanınız olursa Fatıma, Nazare, Obidos bunlardan bazıları. Bizim günümüz kısıtlı olduğu için çok duyduğumuz halde buralara gidemedik.

Lizbon hakkında daha ayrıntılı bilgi için: