Lizbon ve Sintra ile ilgili özet bir yazı için 'Hürriyet Seyahat' internet ekinde de yayınlanan bu blogtaki 'Öğrenci Kafasıyla, Avrupa'nın En Doğusundan En Batısına...' başlıklı yazıya göz atabilirsiniz.
Almanya güzel memleket; düzenli, güvenli ve sakin.Bunlar hep iyi özellikleri. Peki ya kötü yönleri yok mu bu ülkenin? Hele de Akdeniz kanı taşıyorsanız bazı şeyler o kadar özleniyor ki burada yaşarken.Pazar günleri marketlerin kapatıldığı, akşam 7’den sonra sokakların sinek avladığı, her şeyin kendine ait bir kuralının olduğu ve kurallara uyulmak zorunda olunduğu bir yer hayal edin. Belki hayal bile edemediniz çünkü bizde işler böyle yürümez. Saat 10’a kadar açıktır dükkanlar; sokaklar cıvıl cıvıldır geceleri; pazarlar alışveriş günüdür; kural mı dedi biri, herkesin kuralı kendinedir. Neyse insan her şeye alışıyor, ben de alıştım buralara. Hem Almanların bir sözü var, ben de çok seviyorum ve sık sık kullanıyorum: ‘’Andere Landern, andere Sitten’’. Farklı ülkeler farklı kurallar diye çevirebiliriz bu deyimi. Çok sorgulama hayatı, neredeysen oralı ol ve yaşa diyorlar yani.
Madem öyle, bu kadar şeyi niye yazdım: Almanya’dan
sonra Lizbon’da tam da evde hissettiğim için kendimi. Her şehrin farklı bir
atmosferi vardır ve önemli olan sizinle şehrin atmosferinin ne kadar
uyuştuğudur. Bazı şehirlerle aranız
açıktır, bazısıyla iyi anlaşırsınız ve bazılarındaysa kendinizi bulursunuz. Ben
işte Lizbon’da kendimi buldum. Daha ilk
gördüğümde içim ısındı şehre, yeşilin sarıp sarmaladığı binalar, denizi
anımsatan koca bir nehir: Tejo ve ona adanmış köprüler. Uçak yere indiğinde,
havaalanının içinde sanki ben buraya gelmiştim dedim içimden. Bu insanlar ne
kadar da benziyordu bize; gerek görünüşleri, gerekse de yardımseverlikleriyle.
Boy ortalaması bir anda kısalmış, tenler esmerleşmişti; sorulan yolu
gösterenler sürekli gülümsüyordu.
3 unutulmaz gün geçirdiğim bu güzel şehrin insanlarını, mekanlarını, tarihini, damak zevkini anlatmaya çalıştım bu yazımda. Umarım hoşunuza gider.
Alfama'dan şehre bakış |
KISA KISA LİZBON
Roma’dan
eski: Lizbon Avrupa’nın en eski şehirlerinden öyle ki M.Ö.
1200’de kurulduğu varsayılan şehir, Atina’dan sonra Avrupa’nın en eski başkenti
olma özelliğine sahip.
Tramvaylar
Amerika’dan: Lizbon’un simgesi olan sarı tramvaylar
aslında Amerika’dan sipariş edilmiş ve halk arasında bunlara “americanos”
denmiş.
İstanbul’un
ruh ikizi: Lizbon Roma ve İstanbul gibi yedi tepe
üzerine kurulmuş. 1255 yılından beri Portekiz’in başkenti olan şehir 16.
yüzyılda Portekiz İmparatorluğu zamanında en ihtişamlı dönemini yaşamış.
Lizbon
ismi nereden gelir?: Şehrin adının Latince
Olissipo’dan geldiği düşünülse de Lizbon’un Arapça ismi olan el-Uşbuna’dan türediğine
dair fikirler de var.
Arap
esintileri: Lizbon 711’den 1147 yılları arasında Arap
yönetiminde kalmış. Bu süre içinde gerek mimari, gerek sosyal yaşam ve gerekse
de yerel dil Arap medeniyetinden etkilenmiş. Şehrin en eski mahallesi olan
Alfama’nın temeli Arapça el-hamma (hamam) sözcüğünden gelmekte . Eski şehrin
duvarlarını süsleyen mavi ve yeşil seramiklerin de Arap esintileri taşıdığı
görülmekte.
Depremler: 1531 ve 1755 yıllarında iki büyük deprem atlatan şehir, özellikle
ikinci depremden sonra büyük hasar görmüş ve şehirdeki yapıların yüzde 85'i
yıkılmış. Bu felaketten sonra Voltaire şehrin anısına Poême sur le désastre de
Lisbonne (Lizbon felaketi üzerine şiir) ismiyle bir şiir yazmış ve Candide adlı
1759 tarihli romanında bu depremden sözetmiş.
HAVAALANINDAN ŞEHRE ULAŞIM
Lizbon havaalanı şehir merkezine 25-30
dakikalık bir mesafede. Havaalanından şehir merkezine gitmek için Aerobus,
metro, taksi gibi seçenekler var. Aerobus havaalanı şehiriçi arası servis yapan
otobüs. Biletler yetişkinler için 3.5 euro ve sadece bu otobüsler için tüm gün
geçerli. Biz ikinci ve en uygun olan alternatifi seçtik ve metroyla şehre
indik. Yalnız metro bileti almadan önce
önemli bir nokta var ki bu da yürümeyi
ne kadar sevdiğiniz. Eğer şehri yürüyerek keşfedenlerdenseniz o zaman 50 cent
karşılığında bir adet Viva Viagem kartı alın ve her yolculuğunuzun bedeli olan
1.25 euroyu karta yükleyin. Yürüyecek zamanım yok derseniz onun da çözümü var: 6
euroya günlük kart alıp toplu taşımayı sınırsız kullanabilirsiniz. Bunlar bana
göre değil ben bir kez bineceğim metroya diyenlerdenseniz o zaman tek binişlik
bilet size göre ve ücreti 1.40 euro. Metro biletini, metro türnikelerinin
önündeki danışmadan alabilirsiniz.
Havaalanı ulaşımıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için: http://www.lisbonairport.net/getting-to-lisbon-airport.htm
Ulaşıma değinmişken Lizbon metro sisteminden
bahsedeyim. Düzenli bir metro ağı var şehrin ve dört farklı hat dört farklı renkle
isimlendirildiği için ulaşım gayet kolay sağlanıyor.
Hatlar:
azul (mavi), verde(yeşil), amarela(sarı), vermelha(kırmızı)
Lizbon metrosu
LİZBON'UN TARİHİ
Sırasıyla Keltler, Fenikeliler, Romalılar,
Endülüsler ve Hristiyanlarca yönetim altına alınmış bir kent Lizbon. Bu kadar
farklı medeniyete kucak açmışken, eski dönemlere ait yapıları da görmek istiyor
insan. Fakat gerek Lizbon’u yıkan büyük depremler gerekse de bazı yöneticilerin
işgüzarlıkları nedeniyle beklenenin aksine o
geniş mozaiği görmek güç
Lizbon’da. 711’de Arapların İber yarımadasına gelmesiyle bu adadaki birçok
şehri kısa bir sürede fethetmesi bir olmuş. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden
beri dağınık biçimde yaşayan kabilelerden oluşan İber yarımadası, güçlü ve
düzenli bir ordusu olan Araplara karşı duramamış ve Lizbon da yine 711 yılında
Arap topraklarına katılmış. Haçlıların tertiplediği 1147’deki kuşatmaya kadar
şehir Arap yönetiminde kalmış. Bu süre zarfında şehirde resmi dil Arapça olmuş
ve Hristiyan, Yahudi, Berberi gibi farklı gruplardan oluşan
bir etnik mozaik
şehre hakim olmuş. 1147’de şehrin düşmesiyle birçok cami ya kiliseye
döndürülmüş ya da tahrip edilmiş. 1531 ve 1755 depremleri de şehrin çehresini bir
hayli değiştirmiş. Özellikle son depremde şehrin tahmin edilen nufüsu olan
200.000-275.000 kişiden 30.000 ila 50.000 inin hayatını kaybettiği belirtilmiş.
Şehirdeki yapıların %85’inin de yine bu depremle birlikte yıkıldığı kaynaklara
geçmiş. Depremden sonra hal böyle
olunca, şehirde tekrar yapılaşma için hamleler atılmış. Şehrin meydanlarından
Placa de Rossio ve Praca do Comercio, yeniden inşa edilen şehrin simgelerinden
sayılmış. Tüm bu depremlerden en az yarayla çıkan mahalle ise Alfama olmuş.
Alfama mahallesi, Sao Jorge kalesinin eteklerinden uzanan dar sokaklarıyla
tarihe yolculuk yaptırıyor Lizbon’da.
Portekiz bayrağı |
Lizbon bayrağı |
1255’te Portekiz Krallığı’nın başkenti olan
kent en parlak zamanlarını 16. yüzyılda coğrafi keşifler döneminde yaşamış. Bu
devrin zenginliğini gözler önüne seren yapılar UNESCO koruması altındaki Belem
Kulesi ve Jeronimo Manastırı. Özellikle Brezilya’da tutunan Portekiz Krallığı,
İspanya ile taht savaşı sırasında krallığının merkezini de geçici olarak bu Latin
Amerika ülkesine taşımış. 19. yüzyılda şehrin Napolyon tarafından fethi,
şehirdeki Fransız kültürünün etkisini arttırmış; geniş caddeler ve kafelerin şehirde
belirmesine neden olmuş. Bugün şehrin alışveriş caddesi olan Avenida da
Liberdade de bu dönemde inşa edilmiş. Tek komşusu İspanya gibi dünya savaşlarına
katılmayan ülke 1900’lü yıllarda üç önemli dönüm noktası yaşamış.
5 Kasım
1910 1. Portekiz Cumhuriyeti: Krallığa son verilip cumhuriyet yönetimine
geçilmiştir.
6 Temmuz
1926 2. Portekiz Cumhuriyeti: Estodo Nova(Yeni Devlet) olarak adlandırılan
dönem diktatörlüklere sahne olmuştur. António de Oliveira Salazar 1968 yılına
kadar devletin cumhurbaşkanı olmuştur.
25 Nisan
1974 3.
Portekiz Cumhuriyeti: Karanfil
Devrim ile baskıcı rejime son verilerek normal yönetime geçilmiştir. Devrim
adını, tanklara takılan karanfillerden ve halkın desteğinden almıştır. Devrimin
dünya için önemli bir sonucu da Portekiz’in Afrikada’ki sömürgelerinden olan
Mozambik ve Angola’nın bağımsızlık ilanı; Hindistan ve Endonezya’nın eski
Portekiz topraklarıyla beraber tanınması sayılabilir.
1986’da İspanya ile beraber Avrupa Birliği’ne
üye olan ülke 1994’te Avrupa Kültür başkenti seçilmiş ve 1998’de Expo fuarına
ev sahipliği yapmıştır.
LİZBON’DA NE YAPMALI?
28
numaralı tramvaya binilmeli: İstanbul İstiklal
Caddesi’nde işleyen tramvay gibi nostanjik bir tramvaydır.28 numaralı
tramvaylar sarı renkli olup Rossio yakınlarındaki Martim Moriz’den başlar ve Lizbon’un
en eski mahallesi olan Alfama’da sona erer. Yellow Bus diye anılan turistlik
otobüslere binmektense tramvaya atlayıp tarihin sesine hem de çok daha uygun
bir fiyata kulak verin.
Alfama
hissedilmeli: Arapça El-hamma (hamam)’dan türeyen
ismiyle mahalle eski Lizbon’u oluşturuyor. Konumu gereği 1755 depreminden en az
etkilenen mahallede dar sokaklar, çinili binalar, çiçeklendirilmiş pencereler
insanı başka devirlere götürüyor.
Baxia’da
yürünmeli: 1755’teki depremden sonra Marquês de Pombal’ın dizayn ettirdiği şehir
merkezi. Yaya caddesi olması nedeniyle üzerinde birçok dükkan ve restoran
bulunan turistik bir caddedir.
Barrio
Alto’da kalabalığa karışılmalı: Konumu gereği yukarı
mahalle olarak adlandırılan merkez, meydanındaki kafeler ve sokaklarındaki gece
hayatıyla Lizbonluların toplanma yeridir.
Santa
Justa Asansörü’ne binilmeli: Orta Avrupa şehirlerinde
karşılaşmayacağınız türden bir görünüm arz eder asansör. Yapılış amacı İzmir
asansöründen farklı değildir. Bugün turistlik amaçla işlevine devam eden
asansör Baxio ve Bario Alto’yu birbirine bağlar.
Belem’e
gidilmeli: 15 nolu tramvayla 20 dakika gibi bir sürede
gidilen bir mahalle. Önemi Lizbon’un UNESCO tarafından korunan iki yapısı olan
Jeronimos Manastırı ve Belem Kulesi’ne ev sahipliği yapması. Gemici Henrique'nin ölümünün 500. Yılı anısına inşa edilen
Keşifler Anıtı da Belem’in vazgeçilmezlerinden. Anıtta, Vasco de Gama ve Bartolomeu Dias gibi coğrafi keşiflere damgasını vurmuş Portekizci denizcilerin tavsirleri görülebilir. Yeni lezzetlerin peşinde
dolaşanlar içinse en önemli yer 1837’den beri hizmet veren Belem Pastanesi.
Belem kulesi |
Keşifler anıtı |
Gülbenkyan
Müzesi görülmeli: Kalust Gülbenkyan’ın özel
koleksiyonunun sergilendiği müzede Mısır, İslam, Mezopotamya,
Ermeni, Uzakdoğu eserleri mevcut. Müze dünyanın en özel ve geniş kişisel koleksiyonlarından
birine ev sahipliği yapıyor.
Müzeyle ilgili daha detaylı bilgi için:
Kalust
Gülbenkyan Ermeni asıllı bir Osmanlılı. 1869’da
İstanbul’da dünyaya gelen Gülbenkyan, İngiltere King’s Collage’da petrol
mühendisliği okuduktan sonra kariyerine petrol alanında devam etmiş ve
zenginleştiği ölçüde sanatla ilgilenmiş bir iş adamı. 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız bir ülke olarak kalan Portekiz’e yerleşmiş ve tüm mal varlığını bu
ülkeye bağışlamış. Ölümünden 1 yıl sonra kurulan müze, bugün kendi deyişiyle ‘’en
iyilerin’’ olduğu özel koleksiyonuyla ziyaretçileri ağırlamakta.
LİZBON’U BİTİRENLERE:
SİNTRA:
Lizbon bir başkent, hal böyle olunca şehir önemli yapılara ev sahipliği
yapıyor. Müzeleriyle, parklarıyla, ara sokaklarıyla şehri tanımak için en az 2
gün şart. Ben Lizbon’u hallettim şimdi sıra çevresinde diyorsanız Sintra harika
bir günübirlik rota. Lizbon metropolitan alanı içinde kalan kente ulaşım çok
kolay. 1.80 Euroya atladığınız trenle 40 dakika gibi bir sürede Sintra’da
buluyorsunuz kendinizi. Bu yolculuk esnasında Lizbon’un banliyölerden geçerken
futbol takımına ismini vermiş olan Benfica mahallesini de göreceksiniz. Sintra’ya
vardığınızda tren garının eski merkeze yaklaşık 1 km kadar uzakta kaldığını
unutmayın.
Peki ne
yapılmalı Sintra’da? Eski şehir gezilmeli, Sintra kalesine
çıkılmalı, Sintra pastası yenmeli.
Eski şehir tren garına 1 km uzaklıkta kalıyor.
Yürüyüş için uygun bir rota, Sintra’nın sıcak yapıları arasından, ağaçların
gölgesinden geçerek varıyorsunuz eski merkeze. Burada dükkanlara bakabilir,
güzel balıkları tadabilir, Porto şarabı içebililir ve Lord Bryon’ın hep gittiği
söylendiği barı görebilirsiniz. Sintra’nın küçük ve tatlı sokaklarında keyiflendikten
sonra şimdi tepeye çıkma zamanı, muhteşem manzarasıyla Sintra kalesi sizi
bekliyor. Sintra kalesine ulaşım için daha çok araçlardan yararlanılıyor.
Zamanı olanlara ve çok kolay yorulmayanlaraysa tavsiyem yürümeleri yönünde olacak
çünkü rota yokuşlu olsa da yeşilin kalbinden ilerlediğinizi hesaba katarsak
manzara bir harika. Atmosferiyle huzur verici yokuşuyla yorucu olan rotaya kral
bahçesinden geçerek başlayıp daha sonra asfalt yolu takip ederek yaklaşık 30-40
dakika içinde kaleye ulaşabilirsiniz.Otobüse gelince’ hop on hop off ‘ları
kullanabilirsiniz ki bu otobüsler aynı zamanda otobüs içindeyken rehber hizmeti
de veriyor. Bu hizmetin ücreti 12 ila 15 euro arasında. Diğer alternatifse
beyaz otobüsler. Şehrin her yerinde durakları olan 434 numaralı otobüs sizi 5
euroya tepeye çıkaracaktır. Yalnız belirtmek gerekir ki özellikle yaz aylarında
çok fazla turist çeken bu küçük şehirde, her 15 dakikada bir kalkan bu otobüslerin talebi
karşılamadığı kesin. Otobüse binecekseniz tepeye kadar ayakta gitmeyi göze
aldığınızı bilin. Turist sayısının nispeten az olduğu nisan ayında bile otobüs
ağzına kadar doluydu, gerisini siz düşünün.
Kaleye doğru çıkan yolda dağın içine açılmış
odacık tarzında göreceğiniz yapılar Araplar tarafından inşa edilmiş su
kanalları. Kalenin altından dağı yararak geçen bu kanallar muazzam bir
mühendislik ürünü, hayran kalmamak elde değil.
Sintra’ya değer katan en önemli unsurlardan
biri Sintra Kalesi. Çeşitli bölümlere ayrılmış olan kalenin bazı kısımlarına
giriş ücretsizken Pena Sarayı, kraliyet bahçesi gibi alanlara giriş için ücret
ödemeniz gerekiyor.
Lord Byron'un barı |
AVRUPA’NIN SONU:
Avrupa karasının en batısında bulunmak nasıl
bir histir? Gün içinde belki birkaç kez Asya’dan Avrupa’ya geçen İstanbullular
için çok da büyütülmeyecek bir şey olsa gerek. Doğru ama bu kadar gelmişken
Cabo da Roca ‘ya yani Avrupa ana karasının bitip Atlas Okyanusu’nun başladığı
en uç noktaya gidelim dedik.Sintra’dan her saat başı kalkan otobüs hınca hınç
dolu. 4.10 euroya bindiğimiz otobüs bizi yaklaşık 40 dakika içinde ‘Avrupa'nın sonuna’
getirdi. Dünya düzdü ya çok gidersek bir noktadan sonra boşluğa düşecektik.
İnsan bilemediği şeyden korkarmış ancak okyanusa bakınca eski zamanlardaki bu
korkunun nedeni anlaşılabilir: yer yer koyulaşan yer yer açılan mavinin tonları
ve dinmeyen o sonsuzluk hissi. İnsanın kendiyle kalıp düşünmesi için ideal yerlerden
biri. Cabo da Roca bu özelliklerinin yanında fazlaca turistleştirilmiş. Öyle ki
11 euroya Avrupa’nın sonuna geldiğinize dair sertifika bile veriyorlar. Sadece
Cabo da Roca’da değil dünyanın farklı noktalarında ana karanın sonuna gelindiğine
dair üzerinde turistin isminin yazıldığı sertifikalar satılıyor. Finlandiya Lapland
ya da Arjantin Ateş Toprakları da tıpkı Cabo da Roca gibi işi turizme dökmüş ve
bu işten gelir elde ediyor. Bazı şeyler öneminden çok pazarlamasına göre değer
kazanıyor dünyada. Bizse malesef pazarlamadaki yetersizliğimizden dolayı çok
basit bir şey olan sertifika konusundan bile gelir kazanılabilecekken köprülere
asılan ’Welcome to Asia’ ile yetinmişiz İstanbul’da.
Avrupa'nın sonu anıtı |
Avrupa’nın en batı ucundan Lizbon’a dönüş için
ya Sintra’ya ya da Cascais şehrine doğru yol alabilirsiniz. Biz otobüs saati
daha uygun olduğu için Cascais’e gidip oradan Lizbon için trene bindik. Sintra’ya
giden yol şehrin banliyölerinden geçerken, Cascais-Lizbon demiryolu sahil
şeridini izleyerek Belem üzerinden merkeze varıyor. Lizbon şehir merkezi için
yeşil hattın başladığı Cais de Sodre durağında inebilirsiniz.
YEME İÇME:
Balıklarıyla, kendine has tatlılarıyla
midesine düşkünler için özel bir şehir Lizbon. Balıkların daima taze ve İspanya’ya
göre ucuz olduğu ülkenin milli balığının adı Bacalhau (kod balığı). Tatmadan
gelmeyin derim.
Söz yeme içmeden açılmışken 1837’den beri
faaliyette olan bir pastaneden bahsetsem nasıl olur? Nata, ya da diğer ismiyle
Belem pastası Lizbon deyince akla gelen ilk tatlardan. Milföy hamuruna
doldurulmuş kremanın tam tarifi hep saklı tutulmuş. O yüzden şehirde satılan
Belem pastalarını es geçin ve ilk Nata’nızı işin piri Pasteis de Belem’de yiyin.
Tabi bunun için biraz sabretmeniz gerekecek. Küçük ama bir o kadar da leziz pastalara
ulaşmak için iki yol var: ya 100 metreyi aşan kuyruğa girecek ya da büyüklüğü
karşısında şaşkına uğrayacağınız pastanenin içerisinde boş yer arayacaksınız.
Biz şanslıydık ki bir tur attıktan sonra boş bir masa bulabildik. Değer mi
canım altı üstü bir tatlı seslerini duyar gibiyim. O zaman size gerçeği
söyleyeyim tüm bunları anlatınca yine ağzıma o eşsiz tat geldi. Neyse bence siz
bir an önce yola koyulun ve benim yerime de bol bol yiyin bu enfes lezzetten.
Pasta veya pastane için ayrıntılı bilgi için: http://www.pasteisdebelem.pt/en.html
Sintra’nın da kendine has tatlıları var ve bunlardan
en ünlüleri Queijalas de Sintra. Tatlı düşkünüyseniz kesinikle deneyin ama
bizim gibi Belem’deki o enfes tadın benzerini arayanlardansanız hayal kırıklığına
uğramanız muhtemel.
Daha nasıl tanıtsınlar? |
FADO: ACININ ve HÜZNÜN SESİ
Lizbon’a kadar gitmişken fado dinlemeden
dönmek olmazdı. Alfama’da kaleye doğru çıkan bir yolda sabah saatlerinde
gördüğümüz fado için giriş ücretsiz yazısının izinde akşam 8’de yemegimizi
sipariş etmek için restorana geldik. Önce yalın gitar sesine kulak verdik,
sonra enstüramana sesiyle eşlik eden bir bayan ve onu takiben bir erkek fado
sanatçısı sahneyi aldı. Loş ışıkta, derinlere daldıran şarkıları dinledik birer
birer.
Fado nedir bilmeyenler veya bilgilerini
tazelemek isteyenler için ufak bilgi kırıntıları:
Kelime kökeni Latince ‘’Fatum’’dan gelen fado
kader anlamına gelmekte. 1820’ler fadonun miladı olarak görülse de kökeninin
daha eskilere gittiği düşünülmekte. Acı,
hasret, hüzün ve kederin müzikle birleştiği bir söylem olan Fado halkın
sesidir. Fadonun, eşlerini veya sevdiklerini deniz yolculuklarına uğurlayan,
onları özlemle ve kimi zaman da ümitsizikle bekleyen Portekizli kadınların
yaktığı ağıtlardan türediği söylenir. En önemli temsilcisi fadonun kraliçesi sayılan
Amalia Rodrigues’dir.
Onun sesinden bir fado dinlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=ARS7Zi-Zpkw
Onun sesinden bir fado dinlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=ARS7Zi-Zpkw
DAHA FAZLA LİZBON:
Lizbon’un çevresinde günübirlik gidilebilecek
çok yakın rotalar var. Eğer zamanınız olursa Fatıma, Nazare, Obidos bunlardan
bazıları. Bizim günümüz kısıtlı olduğu için çok duyduğumuz halde buralara gidemedik.
Lizbon hakkında daha ayrıntılı bilgi için: