Bu yazı ilk olarak 'Gezgin Kültür' dergisinin 113. sayısında, aynı başlık kullanılarak küçük redaksiyon değişimleri ve farklı görsel seçimleriyle temmuz 2016'da yayınlanmıştır.
Hayal edilen şehirler vardır. Bir gün mutlaka gitmeliyim denilip önce düşlerde, sonra defterlerde, sonra planlarda yer alan ve bir gün gerçek olan, gerçeğine kavuşulan şehirler. Benim 'Hayal Şehrim' Agra idi ve bu satırları yazabildiğime inanamayıp gerçekleşmiş bir hayalden, Hindistan'ın davetkar şehri Agra'dan bahsetmek istiyorum.
Onun Gözlerinden Agra |
Delhi tren istasyonundan gün daha
ağarmadan bindiğimiz tren üç saatlik bir yolcuktan sonra Tac Mahal’in şehri
Agra’ya taşıdı bizi. Tren istasyonundan ayrılırken tuktukçu seremonisiyle
karşılandık. Tuttukçular, Hindistan'ın üç tekerlekli araçla yolcu taşıyan mobil insanları. Adettendir diyerek bir tuktukçuya yolculuğun maliyetini sordum. Uygun bir
fiyat söylediği için tamam dedim haydi gidelim. Önce bir iki laf attı Vikram,
Türküz deyince tuktukunu sürerken bir yandan da küçük bir defterin sayfalarını
karıştırmaya başladı ve tuttukuna binmiş Türkler tarafından kendisi için yazılmış
metinleri gösterdi bize. Sonra tuktukunu durdurdu ve bizi gün boyu
gezdirebileceğinden bahsetti. Kısa bir pazarlık evresinden sonra toplam 700
rupide (35 lira) karar kıldık.
Vikram'ın tutkukunun içinden |
Eşyaları otele bırakıp karnımızı
güzelce doyurduktan sonra ilk durak olan Bebek Tac’a vardık. Tac Mahal’in öncülü
olduğu düşünülen yapıya giriş için kişi başı 100 rupi (5 lira) ödedik. ‘Mücevherat kutusu’ olarak da adlandırılan
yapı, bahçe simetrisiyle dikkat çekse de güzelliğini içinde taşıyormuş meğer.
Tapınak, kutsal mekan ve anıt mezarlara ayakkabı ile basmama geleneği nedeniyle
ayakkabılarımızı çıkardıktan sonra Bebek Tac’ın içindeki dünyaya ulaştık. Yüz yıllara meydan okuyan duvar süslemeleri
ve taş işçiliği ağzımızı açık bıraktı.
Agra Yolları... |
Sıradaki durak Agra Kalesi idi ama
kalenin dörtte üçlük kısmının ordu tarafından kullanıldığını ve turistlere
kapalı olduğunu öğrendikten sonra kalenin halka açık bahçeleri arasında kısa
bir gezinti yapmakla yetindik. Tuktuka tekrar bindiğimizde bu sefer eski şehrin
caddeleri arasında ilerliyorduk. Yolun yan tarafında görünen bir zamanların ulu
Yamuna nehri, bugün barındırdığı kirliliğe aldırmayan çocukların eğlence alanı ve
belki de başka su kaynağı olmayan fakir yerli halkın kıyafetlerini yıkama ve
temizlenme yeriydi. Bu manzaralar Hindistan gerçekleriydi, iç karartıcı ama gün
gibi ayan gerçekler…
Tac Mahal avlusundaki anne ve çocuğu |
Tuktuk ile bir sonraki durak Tac
Mahal’i arka cepheden gören bahçeler idi. Havanın sisli olması bize istediğimiz
görüntüyü vermese de yol üzerinde gördüğümüz tapınak ve çevresindeki arsada
kriket maçı yapan çocuklar beni çocukluğuma, mahalle camisinin çevresinde
taşlardan kale yapıp arkadaşlarımla top peşinde koştuğum günlere götürdü.
Hint işleri |
Geç ama leziz bir öğle yemeğinden
sonra soluğu Hint el işlerinin yapıldığı dükkanlarda aldık. İlk durak Hint
giysilerinin sergilendiği rengarenk bir dükkandı, sonraki taş işçiliğinin
yapıldığı bir başkası. En son ise Babür minyatürlerinin sergilendiği bir
dükkanı ziyaret ettik. Hint sanatının doruk noktalarından biri olan
minyatürler, bu coğrafyadan hatıra olarak götürebilecek en değerli objelerden.
Önce kara kalemle çizilen motifler kıl fırça ile boyandıktan sonra altın
kaplama ile süsleniyor. Yıllanmış kağıtlara nakşedilen bu minyatürlerin binlerce
rupi olan orijinal eserlerine gücünüz yetmezse, kopya eserleri benim yaptığım
gibi birkaç yüz rupi karşılığında edinebilirsiniz.
Hint minyatürleri ve işlemeleri |
Günün sonuna yaklaşırken Agra’da güneşin
batırılacağı en güzel mekan için kişi başı 750 rupiyi (32 lira) feda ettik.
Kapıdaki sıkı güvenlik önlemleri ve çanta kontrolüyle geçtiğimiz birinci
kapıdan sonra kendimizi Tac Mahal’in dış avlusunda bulduk. İkinci kapıya doğru ilerledikçe beliren
güzelliği tamamen gördüğümüz an sanki başka bir alemdeydik. Gerçekten hangi aşk
böylesine masalsı bir yapı daha ortaya çıkarabilirdi ki?
Dışardaki görüntü anıt mezarın içine
girince bambaşka bir boyut kazandı. Önce ne yaptığını anlayamadığım elinde
küçük fenerler olan ve arada duvara yaklaşıp bağıran tiplerin yanına vardığımda
aklıma Cemal Mithat Kuntay’ın dizeleri geldi: ‘’Anlat bana bir parçacık
ecdadımı anlat. Muhtacım o efsaneye tarihe masal kat.’’. Onlar da sanki
aklımdan geçenleri okumuş gibi ışık vurunca renk değiştiren duvarlara dokunan nilüfer
çiçeklerini ve altından yapılmış yarım ay biçimindeki mezar girişini
gösterdiler bana. Etkilenmemek elde değildi.
Tac Mahal |
Sisin gökyüzüne egemen olması
nedeniyle Tac Mahal’de beklediğimiz güneş batışını yakalayamasak da kararmaya
başlayan gökyüzü, sevgili için yapılan böyle masalsı bir yapının yüceliği ve
dış kapıdan ayrılırken başlayan ezanın sedasıyla mistik bir yolculuğa doğru
itilmiştim.
Agra, uzaklardan bugüne taşınmış bir efsaneydi
belki, ihtişamlı günlerinden geriye sadece büyük yapıları kalan. Ya da çok eski
bir masaldan parçaydı. Her masalda olduğu gibi uçlardaydı orada da hayat.
Sokaklar fakirlikle baş etmeye çalışan insanlarla doluyken yüz yıllık yapılar
parıldıyordu yapıldıkları ilk gün gibi ve kalpleri çalmaya devam ediyordu.