Kıbrıs
denince akla ya siyasi anlaşmazlıklar ya da ‘günah saatleri’ geliyor. Oysa
Kıbrıs bunların çok ötesinde anlamlara sahip bir ada. Klişelerin ötesindeki
Kıbrıs’ı tanımak için bir haftasonu düştük yollara. İki güne tüm Kıbrıs'ı sığdıramayacağımızı bilsek de rotamıza aldığımız üç şehrin görülmeden geçilmemesi gereken noktalarına doğru bir yolculuk yaptık. Kıbrıs'a tekrar dönme sözüyle Lefkoşa, Mağusa ve Girne'yi insanıyla, tarihiyle ve mimarisiyle anlamaya çalıştık.
İlk Durak Lefkoşa
Havaalanından
Lefkoşa için bindiğimiz otobüs, çiçeklenmiş tarlalardan geçerken koku alma yetilerimiz canlanıyor ve büyüleniyoruz… Derken
yapılaşma başlıyor yavaş yavaş. Kıbrıs için çoğu kişi 'büyük bir kasaba’ yorumunu
yapıyor. Ercan-Lefkoşa yolu üstündeki düzensiz yapılaşma bunu onaylatacak
cinsten.
Lefkoşa’ya
ulaştığımızda Balkanlar’da bir şehirde olmadığına inandırmaya çalışıyorum
kendimi. O şirin ‘Kıprıs ağzı’ bana nerede olduğumu anımsatıyor çok geçmeden. Terminalden
çıktıktan sonra, şehrin merkezi giriş noktası olan ve Venedikler tarafından
inşa edilen Girne Kapısı’na varmak için yaklaşık 10 dakika yürüyoruz. Bu nokta
resmi geçitler için de kullanılan küçük bir meydana da ev sahipliği yapıyor.
Büyük Han |
Girne
Kapı’ dan şehre girdikten sonra istikamet Osmanlı’nın Lefkoşa’da bıraktığı
izler. Bunun için önce Büyük Han’a uğruyoruz. Geçmişte konaklama amacıyla
kullanılmış olan han, bugün birçok kafe ve restorana ev sahipliği yapıyor.
Geleneksel Kıbrıs ürünleri için hanın ikinci katındaki şirin dükkan doğru
adres. Kıbrıs’a has ceviz macununu çantamıza attıktan sonra yola devam ediyoruz.
Geleneksel Kıbrıs Ürünleri |
Tıpkı
Büyük Han gibi Selimiye Camiisi de Lefkoşa’da yer alan önemli bir Osmanlı yapısı. Bir
Fransız hanedanı olan Lüzinyanlar döneminde, 12. yüzyılın sonlarında Notre Dame Katedrali örnek alınarak inşa edilen Aziz Sophia Katedrali, adanın Kanuni'nin oğlu 2. Selim'in padişahlığı sırasında 1571’deki fethinden sonra camiye çevrilmiş. Katedralin mimari estetiğini bozmadan eklenen ve fethin simgesi sayılan iki minare, yapıyla harika bir uyum oluşturuyor. Camii avlusundaki İslam Eserleri Müzesi adadaki Osmanlı’yı biraz
daha yoğun olarak yaşamak isteyenlere güzel bir fırsat sunuyor.
Selimiye Camii |
Lefkoşa’nın
başkent oluşu gezginleri korkutmamalı. Zira bu şehri yürüyerek keşfetmek hem
kolay hem de keyifli. Ara sokaklarında kaybolmak ve geleneksel Kıbrıs
mimarisini gözlemlemek için Arab Ahmet ve Samanbahçe mahalleleri doğru tercih.
Arab Ahmet mahallesine vardığınızda Birleşmiş Milletler kontrolündeki ‘Yeşil Hat’
içerisinde yer alan ara bölgeyi görebilirsiniz.
Arab Ahmet Mahallesi |
Arab
Ahmet mahallesinde bulunan askeri arazinin bir kısmı bugün halka açık bir park.
Parktaki salaş çay bahçesinde Kıbrıs Türk radyosunu dinlerken geçmişten gelen
nağmelerin eşliğinde duvarların ve tellerin ikiye ayırdığı bir şehrin öte
yanına bakarken farklı duygularda yok olabilirsiniz.
BM Kontrolündeki Yeşil Hat |
Tarih Dolu Mağusa
Eski
Mağusa, buram buram tarih kokan bir sur içi şehri. Bizanslılar, Lüzinyanlar,
Venedikler ve Osmanlılar bu surların içindeki küçük şehre farklı farklı izler
bırakmış. Geçmişten günümüze ulaşan izlerden en önemlileri Luzinyanlar
döneminde inşa edilen ve Osmanlılar döneminde camiye dönüştürülen Lala Mustafa
Paşa Camii, Venedik döneminde tamamlanan Othello Kalesi ve Deniz Kapısı. Ayrıca
sur içinde irili ufaklı birçok kilise mevcut. Bu izler yavaş yavaş
restorasyonlarla daha belirgin bir hal alsa da şu an turist çekmek için
profesyonelce düzenlenebilmiş bir sur içi mevcut değil.
Mağusa Sokakları |
Mağusa,
Shakespeare’den Namık Kemal’e birçok önemli isimle özdeşleşmiş bir yer. Shakespeare’in
Kıbrıs’a ayak bastığı şüpheli olsa da onun dünyaca ünlü Othello adlı tragedyasının
Venedik devri Mağusa’sında geçmekte olduğu su götürmez bir gerçek. Vatan
şairimiz Namık Kemal ise birçok eserini Mağusa’da geçirdiği sürgün yıllarında
kaleme almış. Bu iki ismin Magusa ile bağları bugün de kesilmemiş. Shakespeare, kale dibindeki bir parkta yükselen büstüyle Othello için yapılan övgüleri kabul ederken Namık Kemal ise adına itaf edilmiş meydandaki büstüyle 38 ayını geçirdiği bu şehre yolu düşenleri selamlıyor bir yerli edasıyla.
Namık Kemal Meydanı ve Lala Mustafa Paşa Camii |
Mağusa’da
sur içini bitirdikten sonra görülmesi gereken en önemli yer Maraş bölgesi. Maraş,
Kıbrıs İç Savaşı başlamadan önce adanın en önemli tatil kenti iken şimdi bir
hayalet şehir. Kıbrıs Barış Harekatı’nın son günü olan 14 Ağustos 1974’te Türk
askerlerince kontrol altına alınan bölge, uluslararası çevrelerin ve büyük
devletlerin baskıları nedeniyle turizme açılamıyor. Birleşmiş Milletler,
kontrolünü sürdürdüğü Maraş’ta KKTC’nin ihtiyacı olan turizm patlamasını
engellemekle kalmıyor KKTC halkının refah seviyesini de düşürüyor. Maraş’ta atıl
vaziyetteki konaklama kapasitelerinin KTTC’de bugün faal olarak kullanılan
kapasiteye eş değer olduğu düşünülüyor. Sadece bu bile, 6.5 km’lik altın rengi
plajların KKTC ekonomisi için önemini anlatmak için yeterli.
Hayalet Bir Şehir Haline Dönen Maraş |
Kozmopolit
Merkez Girne
Girne,
girişinden itibaren diğer Kıbrıs şehirlerinden farklı olduğunu haykırıyor ona
doğru yönelenlere. Gerek yerleşimin geniş bir alana yayılması gerekse de trafik
yoğunluğu sizi Kıbrıs’ın sakinliğinden uzaklaştıran cinsten. Girne, Kıbrıs’ın kumarhaneleriyle
ün salmış otellerin neredeyse hemen hepsine ev sahipliği yapan bir şehir. Girne
otelleri, sadece kumar tutkunlarını değil Maraş’ın altın kumlarının keyfine
varamayan deniz sevdalılarını da cezbediyor.
Girne Limanı ve Kalesi |
Girne,
otellerinin yanında limanıyla da KKTC’nin cazibe merkezlerinden. Birbiri ardına
dizilmiş kafeler ve restoranlar günün koşuşturmacasına kısa bir mola verip
hayatı bir süre de olsa kolayından almak isteyenlerin uğrak noktası. Girne Limanı, ev
sahipliği yaptığı Batık Gemi Müzesi ile geçmişe kısa ancak derin bir yolculuk
yapmak isteyenlere Akdeniz’in en eski ikinci gemi batığını görme şansını
sunuyor.
Beylerbeyi Köyünden Beşparmak Dağları |
Girne
dağları kendine bakanı cezbeden cinsten ama bu dağların asıl güzelliği ev
sahipliği yaptığı büyüleyici yapılarda gizli. Beylerbeyi (Bellapais) Köyü’ndeki
manastırın manzarası sizi geçmişe götürmeye ve keşiş olmaya ikna edecek
cinsten. Manastırdan çıktıktan sonra köyün tatlı sokaklarında küçük bir gezinti
ihmal edilmemeli. Köye kadar çıkan dolmuşlar olsa da taksi ile ulaşım tek yön
20 TL. Beylerbeyi, merkeze yaklaşık 10 dakika uzaklıkta olduğundan zaman darlığı
içinde dahi kesinlikle görülmesi gereken bir yer.
Beylerbeyi (Bellapais) Manastırı |
Bir Haftasonundan Fazla Zamanımız Olsaydı...
Kıbrıs'ı iki günde bitirmek imkansız. Bunun bilinciyle gerçekleştirdiğimiz gezimize üç şehri çevresiyle beraber sığdırsak da adaya tekrar döndüğümüzde göreceğimiz yerlerin listesi bir hayli kabarık oldu.Narenciye bahçeleriyle ünlü Güzelyurt, koruma altındaki Kıbrıs eşekleriyle ünlenen Karpazlar, ardında büyük bir gizem barındıran Mavi Köşk, Girne'nin tepesine oturtulmuş Saint Hilarion Kalesi, Rumlarla Türklerin hala beraber yaşadıkları Dipkarpaz Köyü ve efsanelere konu olan Apostolos Andreas Manastırı listemizin ön sırasındakiler.