30 Haziran 2013 Pazar

Balkanlardaki ilk durak: Sırbistan



Sırbistan yaklaşık 7 milyon nüfuslu, başkenti Belgrad; en büyük kentleri sırasıyla Novi Sad, Niş. Ülke nüfusunun yaklaşık 1 buçuk milyonu başkentte yaşarken, ikinci büyük kent olan Novi Sad’da nüfus sadece 299 bin dolayında. Kosova’nın 2008’deki bağımsızlığına kadar ülkede Voyvodina ile beraber iki otonom bölge vardı. Bugün tek otonom bölge olan Voyvodina’nın başkenti Novi Sad.  Ülke rakıyası, Tito’su, Bosna katliamı, Nato bombardımanı, gece hayatı ve güzel kızlarıyla tanınıyor. 
                                                              
Sırbistan harikası
Kaynak: Wikipedia
Kısaca Sırbistan tarihinden bahsedelim o zaman.

420 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldıktan sonra 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı ve ardından imzalanan Berlin Antlaşması ile Sırbistan, resmen bağımsız oldu. 1.Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Balkanlar üzerinde gözü olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık Rusya’nın dağılmasından sonra 1918 yılında Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı kuruldu. Her savaşın uğrak noktası olan Balkanların 2.Dünya savaşında ‘oldurulamaması’ imkansızdı. Yugoslavya Krallığı’nın Mihver devletlerce işgalinden sonra Sırbistan toprakları Macaristan, Hırvatistan ve Bulgaristan arasında paylaştırıldı. Alman ve İtalyan Nazismine karşı partizanlar arasında savaşan Josio Broz Tito,  Yugoslayva’yı kuracak onu Bağlantısızlar Hareketine sokacak, halkına dünyaca bilinen o ‘Kırmızı Pasaport’u verecek ve onların soğuk savaş döneminde Yunanistan ile Arnavutluk dışında her ülkeye vizesiz olarak geçişine imkan verecekti.  1953 te başlayan Tito’lu hayat 1980’de onun ölümüyle Balkanları ‘Baba’sız bırakacak ve Yugoslavaya’nın dağılmasıyla beraber  yedi ayrı devletin ortaya çıkmasına neden olacaktı. 2003’e kadar Yugoslavya Federasyonu’nu olarak anılırken Sırbistan ve Karadağ olarak adı değişen ülke, 2006’da Karadağ’ın referandum sonucu bağımsızlığı ile Sırbistan olarak anılmaya başlamıştır. 2008’deki Kosova bağımsızlığı ile (Dünyada 100 ülke bu devleti tanıyor, en son Mısır tanıdı) ülke giderek küçülme trendine devam ediyor.  

NOVİ SAD

Daha önce gittiğin ama zaman kısıtlamasından dolayı yeterince keşfedemediğin bir ülkeye tekrar gitmenin heyecanı bir başkaymış. Bu his İstanbul- Belgrad uçağına binince daha da arttı. Yola çıkmadan önce gezi rehberinden çok o coğrafyayı anlatan kitaplar aradım gezi havasında geçen ama sosyal ve politik konulara da değinen. 4-5 kitapçıdan sonra umudumu kaybetmişken BALKANLAR adında bir kitap gördüm. Yazarı Mustafa Balbay’dı, bir kaç sayfa çevirip okuduktan sonra kitabı almaya karar verdim. Yol boyunca okuduğum her satırda onca güzel analiz ve verdiği güzel bilgiler için hapiste olan bir milletvekili için teşekkür ettim durdum. Neyse konumuz Sırbistan, Balbay’dan bol bol alıntı yapacağım zaten benim Balkanlar’ımı yazarken.

Bizim rotamız şöyleydi ilk gece Novi Sad; cuma ve cumartesi geceleri Belgrad. Uçak havaalanına indikten sonra Havaş tarzı bir otobüse bindik ve tren istasyonunda Novi Sad için indik. Balkanlarda her şehirde aynı olan bir şey var bu da otobüs istasyonu ve tren garının yan yana ya da karşı karşıya olması. Havaalanından Belgrad merkez ulaşımı için kişi başı 300dinar verdik.(1 euro = 113 dinar) Yolculuk yarım saat civarı sürüyor.

Novi Sad - Belgrad 1 buçuk saat süren bir yolculuk, ücreti ise 860 dinar. Bu ücret dönüşte 288 dinara inince çok sevinmiştik ama 1 buçuk saati ayakta, sıkış sıkış ve unutulmayacak anılarla geçireceğimizi hiç ama hiç düşünmemiştik. Hayatımın en ilginç tren yolculuğuna daha sonra tekrar değineceğim.

Novi Sad’da Friends 21 adlı bir hostelde kaldık. Hostelin o geceki tek misafirleri bizdik. Novi Sad için biraz acele etmişiz, eğer bir ay sonra gelseymişiz EXIT festivalde David Guetta’dan Snoop Dogg’a kadar bir çok fenomeni canlı dinleme fırsatı yakalayacaktık. EXIT le ilgili kısa bir bilgi daha; 2000’den beri düzenlenen ve CNN ile The NYT tarafından en iyi 10 festival arasında gösterilen bu festivali başlatan 3 üniversite öğrencisi.Daha fazla bilgi için: http://www.exitfest.org/en  

EXIT’i bir kenera bırakıp Novi Sad’a dönelim. Belgrad gibi Tuna kıyısına kurulu şehir Sırbistan kültürünün ve milliyetinin doğum yeri kabul edilebilir. 19. Yüzyılda Avusturya- Macaristan yönetimine geçen kent,Osmanlı’dan bağımsız bir Sırbistan fikrinin filizlendiği bir mekan olmuş ve Sırpça eğitim veren ilk lisenin, ilk Sıpça kütüphanenin açıldığı yer olarak tarihe geçmiş. Bugün ise Novi Sad sokakları Belgrad’ı anlamakta güçlük çeken sakinliği ve samimiyeti ile selamlıyor gezginleri. Şehrin önemli simgeleri köprüleri ve Petrovaradin Kalesi.

1999 Nato bombardımanından sonra şehrin iki tarafını birbirine bağlayan bu köprüler de hedef olmuş ve yerle bir edilmiş. Savaşın en acı kısmı da bu; nerede olursa olsun halkın mağdur olması. Büyük ihtimalle hostelde sadece bizim olmamızdan hostel sahibine şehirde ne yapabileceğimizi, nerede yemek yiyeceğimizi sorduğumuzda gelin ben sizi gezdireyim demesi  ve gezi boyunca sürdürdüğümüz içten muhabbet hafızamdan silinmeyecek. Konu bir ara savaşa geldi. 30 undan hallice hostel sahibi  ama iki savaş görmüş bunlar hep ABD’nin oyunu diyor, hak veriyorum. Daha önce de duyduğum bir şeyi teyit ettirmek istercesine ona sordum. Savaş sırasında çocuklar her şeyden habersiz eğlenirmiş hatta hayatlarının unutulmayacak anlarını savaş zamanlarında yaşarlarmış dedim. Evet dedi, Nato bombardımanını kastederek savaş vardı ama biz sığınaklarda partiler yapardık. Bombalar arası sokağa çıkar eğlenirdik, savaştasın yapacak hiç bir şey yok, yollar kapalı, okula gidemiyorsun bari eğlenelim değil mi dedi. Hak verdim. Balkanlarda nereye gidersem gideyim duyacağım şeyler aynıydı; eskiye özlem, savaşa lanet, azalsa da devam eden  nefret, fakirlik, gelir eşitsizliği... Bunları her duyduğumda da aklıma büyük devletler geldi. Kendi menfaatleri uğruna eski komşuları birbirine düşman eden, kardeşleri birbirine vurduran, bitmek bilmeyen acıların tohumunu atan büyük devletler.

Novi Sad gezimiz 1 günlüktü. Güne ‘Burek’ ve ‘Yogurt’ ile başladık.Bizden lezzetler tüm balkan coğrafyasında var, içiniz rahat olsun. Börekleri alacağınız adres ise PEKARA yani fırınlar. Novi Sad da dikkatimi çeken şey latin alfabesinin Belgrad’a kıyasla çok az kullanılıyor olmasıydı. Belki de Novi Sad Osmanlı’ya karşı yeşerttiği Sırp kültürünün hala koruyucusu.  Bu şehirde tüm yollar Özgürlük Meydanı’na çıkıyor, olmaz da oldu ve yolunuzu kaybettiniz, meydanı arıyorsunuz kimseye sormayın. En büyük kiliseyi hedef alıp yürüyün, bu şehirde rehber kilise, Mary Katolik Kilisesi.

Novi Sad geceleri Belgrad ile kıyaslandığında sakin kalıyor. Ana caddede kafelerde biralar, kokteyller yudumlanıyor. Uzun ama dar ara sokakta ise(gidince sorun gösterirler) Sırp kızlarının şovu var. Bu sokak da kafe-barlardan oluşuyor ama meydandakilere kıyasla daha canlı. Hostelin sahibi bizi arkadaşının kafe-barına götürüyor ve bize bira ısmarlıyor. Ödemek istedikçe bendensiniz diye ısrar ediyor. Yanlış gün burdasınız , cuma ve cumartesileri bu sokak sonuna kadar dolu olur, bir dahaki sefer hafta sonu gelin öyle görün buraları diyor .Biralardan sonra hostele dönüyoruz.

Bu şehirde yapamadığım tek şey müze ziyaretiydi; ama kısaca adlarını vereyim belki size kısmet olur görmek. Voyvodina Müzesi;  Matica Srpska tarafından 1847 de kurulan müze geçici ve kalıcı sergilerden oluşuyor. Petrovaradin Kale Müzesi; kale hakkında bilgi alabilirsiniz. Matica Srpska Galerisi; şehrin en büyük ve en prestijli galerisi.

Literatürlerde Sırbistan’ın Atinası olarak geçen şehre benim yaptığım yakıştırma ise Sırbistan’ın İzmir’i. Atina benzetmesinde 19.YY sonu 20. YY başında yaşayan neredeyse tüm Sırp yazar ve şairlerinin bu şehirden yolunun geçmiş olmasının büyük etkisi var.

Denizi olmasa da Tuna nehri Almanya’yı bile bu şehre bağlıyor. Ayrıca şehirde bir çok Macar, Sloven, Hırvat ve Romen’ın olması şehri farklı kültürlerin buluşma noktası haline getiriyor. Adından da anlaşılacağı gibi Neusatz ( Alm.), new plantation (İng.) özlenen birlikte yaşamın belki de yeni şehri Novi Sad. Bu küçük ama bir o kadar da güzel şehre Belgrad’ın temposundan yorulduğunuzda atlayıp gelin; tüm yolculuk topu topu 1 buçuk saat.

Ve şimdi hayatımın tren yolculuğu: Novi Sad- Belgrad. Bir tren ne kadar dolu olabilir? Şehir içi transfer yapan bir otobüs kadar, ya daha fazla? Evet bu tren çok daha kalabalık. Cuma günleri hep böyle olurmuş, insanlar konserlere, partilere Belgrad’a gidermiş.Tabi biz buna hiç alışık değildik. Ucuza bilet aldık diye sevinirken vagonların dolu olduğunu gördük, bir sonraki treni sorduk bir saat sonraydı. İte kaka bavullarla sığdık iki vagon arasına; içerde bırak adım atacak yeri, elini koyacak yer yok. Düşmeyeyim diye tavana yaslıyorum elimi. Önümde rockçu gençler, ünlü bir Sırp hard rock grubunun konseri varmış ona gidiyorlar. 10 dk geçmeden bir istasyonda durduk. İçerisi tıka basa birinin girmesi imkansız derken, kapıyı açmaya çalışan biri. İçeridekiler kapatıyor kapıyı adam ısrarla açıyor ama içerisi tavuk istifi. Derken şapkalı rambo açıyor kapıyı, başlıyor kıçıyla yolcuları itmeye;  rambo uzun uğraşı sonunda içeride. Onun arkasından yaşlı bir teyze. Sırpça konuluyorlar ama içeri girmek istiyor belli. Neyse teyze de bir şekilde içeride. Bu arada bunalan bir kadın tüttürüyor sigarasını önümde. İçerisi sıcak bi de sigara... Bu arada bizim teyze sürekli konuşuyor. Vagondakilerden bir ona bir buna sataşıyor. Rockçu çift teyzenin önünde çantalarını havaya kaldırıp biralarını yudumluyorlar. Vagonun öteki kapısının bekçiliği rockçu kızlarda, görevleri kapının kapanmasını engellemek. 1 buçuk saat boyunca görevlerini başarıyla gerçekleştirdiler. Yolculuğun sonuna doğru birer ikişer insanlar inmeye başlayınca en azından ferah bir şekilde ayaktayız, 1 buçuk saatlik yolculukta oturmak tabi ki bir hayaldi. En sona doğru biralar paylaşılıyor, sigaralar hep beraber yakılıyor, fotoğraf çekiniyor ve facebooktan arkadaşlık istekleri. Durumdan ben de nasibimi alıyorum; şimdi bu güzel insanların bir kaçıyla facebooktan arkadaşım. Güzel insanlar çünkü en kötü zamanda bile eğlenmeyi biliyorlar. Belki de bu yüzden  Balkanları bu kadar çok seviyorum.
Tren yolculuğunda sona doğru. Burada nefes alabiliyoruz:)

BELGRAD


Studenski Grad'dan akşam manzarası.
Novi Sad-Belgrad treninden sonra yorgunluk vardı, hemen Studenski Grad’taki odamıza doğru yola çıktık. Daha önce geldiğimde de burada kalmıştım. Şehrin yeni Belgrad denen kısmında, adından da anlaşılacağı gibi tüm öğrencilerin şehri burası; hangi fakülteden, üniversiteden olduğu fark etmiyor öğrenciler burada kalıyorlar. Bir öğrenci olarak burada kalmak ayrıcalıktı. Bir nevi ODTÜ havası var burada. Zaten bir çok kolektif hareketin de başlangıcı olmuş; öyle ki Yugoslav tarihinde ’Six June Days ‘olark geçen 1968 tarihli yönetime karşı muhalif öğrenci hareketinin  ateşi burada yanmaya başlamış. Studenski Grad Hostel diye aratırsanız çıkıyor, iki kişi iki geceliğine vergi dahil 5bin800 Dinar verdik. Geçen yıl tek kaldığımda da yine gecelik 13 euro civarı bir şey ödemiştim. Şehre 75 ve 72 numaralı otobüslerle ulaşım var; son durak ‘Zelenica Stanica’ yani tren istasyonu. Neredeyse tüm Avrupa'da olduğu gibi bu şehirde de otobüste  bilet basmak zorunlu değil zaten kimse de basmıyor. Ama siz siz olun otobüse binmeden bir büfeden biletinizi alın cebinize koyun. Kontrol yapılırsa ben yabancıyım, bileti aldım ama okutulması gerektiğini bilmiyordum dersiniz ve yaklaşık 10 euroluk cezadan kurtulursunuz. Otobüsle ilgili bir kısa not daha; otobüsler 05.00-24.00 arası kesintisiz olarak işliyor fakat bu gece 2 de otobüs bulamayacağınız anlamına gelmiyor. Seyrek de olsa otobüs var ama bu otobüsler için kart basmak mecburi.


Belgrad, beo- grad, beyaz şehir anlamına geliyor ve Sırbistan’ın en önemli şehri. Azalsa da varlığını sürdüren Osmanlı konakları, komünizmin izlerini taşıyan nehrin öteki yakasındaki yerleşimler , büyük caddeleri yaya yollarıyla ‘Yeni Belgrad’ ve kapitalizme bir merhaba ile sembolleşen büyük ve uzun binalar. Hepsini sunuyor bu şehir insana. Şimdi bu büyük şehri küçük parçalara bölüp anlatayım ki siz de içinden istediğinizi seçip alın.

GEZİLECEK YERLER:

Başkent olmasına ve 1 buçuk milyonluk nüfusuna rağmen Belgrad gezilmesi öyle günler alacak bir şehir değil. Şehrin turist çekim merkezleri belli ve iki elin parmağını geçmeyecek cinsten.

İki aşık Tuna ve Sava'nın birleştikleri an.
KALEMEGDAN: Adı bir şeyler çağrıştırdı değil mi? Emin olun düşündüğünüz gibi, burası bir kale hem de Osmanlı kalesi. İki sevgili Tuna ve Sava’nın uzun yollar sonunda birbirlerine kavuştukları noktaya hakim yerde bulunan kalenin 4 ana kapısı var.Bunlardan ikisinin adları: Stambol Kapiya, Zindan Kapiya. Kalenin içinde Osmanlı Konağı, Damat Ali Paşa Türbesi, Askeri Müze, kafeler, tenis ve basket kortları yer alıyor. İki sevgili Tuna ve Sava’nın buluştukları yeri görüp fotoğrafını çekmeden meydandan ayrılmayın derim.

Knez Mihaliova'ya ruhunu veren sokak sanatçıları
KNEZ MIHALIOVA CADDESİ: Şehrin ana meydanı Republic Trg’dan (Cumhuriyet Meydanı) başlayan trafiğe kapalı cadde Kalemegdan’a kadar uzanıyor. Yol üzerinde kafeler, sanat galerileri, kitapçılar, sokak sanatçıları, satıcıları tanıdık manzaralardan. Yorulduğunuz bir ara kahve için kesinlikle uğranması gereken bir yer. Ayrıca caddenin ortasında mimariden anlaşılacağı gibi bir Osmanlı çeşmesi var. Çoluk çocuk genç yaşlı herkes nasibini alıyor soğuk su akıtan bu çeşmeden. Siz de suya boşuna para vereyim demeyin, Belgradlılar gibi yapın onların suyunun tadına bakın. Ayrıca turist bilgi merkezi de bu cadde üzerinde, cumhuriyet meydanındaki at heykelinden yukarı çıkınca caddeye vardığınızda 20 metre solda kalıyor.

BULEVARD KRALIJA ALEKSANDRA : Yine cumhuriyet meydanından başlayan bu cadde şehir içi trafiğin ana halterlerinden.  Saint Mark kilisesinden (Crkva Svetog Marka), Vuk Anıtı’na (Vukov Sponemik)  bir çok yapıya ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Azerbaycan Sırp dostluğunun bir sembolü olan Taşmeydan Parkı ve burada yer alan Haydar Aliyev büstü yine bu caddeyi kesiyor.


Saint Sava
SAINT SAVA KİLİSESİ: Dünyadaki en büyük ortodoks mabedi olan yapı beyaz rengiyle gözden kaçırılamayacak büyüklükte. 2012’de gittiğimde içeride inşaat çalışmaları hala devam etmekteydi.

TRG REPUBLIKE: Şehrin ana meydanı, at üzerindeki Prens Mihalio ile anılıyor. Meydanda ayrıca National Museum ve National Theatre da var.

BAYRAKLI CAMİ (DZAMIJA): Eskilerin Osmanlı şehri Belgrad’da şu an ibadete açık tek bir cami var o da polis koruması altında. Camiye girip çıktıktan sonra namazını bitiren cemaatten 2 kişiyle konuştum. Sırbistan’ın güneyindeki Novi Pazar’dan gelmişler, polisin neden beklediğini sorduğumda; Çetniklerin yani aşırı milliyetçi Sırpların camiye gelip zarar verdiklerini ve bunun önlenmesi için polisin caminin önünde beklediği cevabını verdi. Belgrad’ta Osmanlı izlerini taşıyan ve Müslüman halkın tek buluşma noktası olan bu camii mimari estetiğinden ziyade sembolik anlamı nedeniyle ziyaret edilmesi gereken mekanlardan. Cami, Gospodar Jevremova caddesi ve Kralija Petra Sokağı'nın kesişiminde bulunuyor.


MÜZELER:

Tito'nun naaşı
House of Flowers: Adı çok şey anlatmasa da aslında burası Yugoslavya’nın ‘Baba’sı Josep Broz Tito’nun naaşının bulunduğu onunla ilgili bilgilerin tarihsel bir süreç içinde öğrenilebileceği ve Yugoslavya hakkında fikir sahibi olunabilecek bir yer. Ben ilk Belgrad gezimde tek müze hakkımı buradan yana kullanmış ve buradan çıktığımda çok doğru bir karar verdiğimi düşünmüştüm.

Nicola Tesla Müzesi: Nicola Tesla’nın hastası değilseniz ya da yaptıklarıyla ilgili derin bir bilgi birikiminiz yoksa es geçilmesi gereken bir yer. Hırvatistan doğumlu bir Sırp olan Tesla, ölümünden sonra iki ülke arasında çekişme kaynağı olmuş. Zagreb’teki heykeli Türk Elçiliği’nin hemen önünde. Belgrad’daki müzede ise onunla ilgili geniş bir bilgi sahibi olacağımı düşleyip geldim, girişte ödediğim 500 dinar buna değecek dedirtiyordu; çünkü Belgrad’ta bir müze için ortalama ödenen ücret 100 dinar. Ama öyle olmadı, 10 dakikalık İngilizce turdan sonra üst kata çıkmaya çalıştığımda kapalı olduğunu öğrendim. Alt kattaki İngilizce tur boyunca sunulanlar söyle: çok kısa bir Tesla tarihi, bir iki canlandırma, maketler. Oysa ki müze rehberi bize Tesla’nın öldükten sonra tüm eşyalarının Amerika’daki evinden bavullarla buraya taşındığını belirtmişti. En azından bir iki eşyayı görmek ilginç olurdu. Ama burada da malesef Türkiye’de olduğu gibi sıkı bir arşiv geleneğinden bahsedebiliriz(!)

National Museum: Tadilatta olan bir müze.  Eğer tadilat biterse(ne zaman biteceği belli değil) Monet ve Picasso tabloları ziyaretçilere açık olacak.

Diğer Müzeler:
Entografya Müzesi, Fresk Müzesi, Paja Jovanovic Resim Galerisi, Ivo Andriç Müzesi.
Bunlardan Paja Jovanovic ve Ivo Andriç’ten bahsetmeden geçemeyeceğim. Şaraplarıyla ünlü Vrsac doğumlu olan realist ressam Paja Jovanoviç, Sırpların övünç kaynağı; resme ilginiz varsa Belgrad Palace 4. Kat 21 Numaraları galeriyi ziyaret etmeden dönmeyin. Daha fazla bilgi için Knez Mihaliova caddesindeki turist bilgi merkezine bir uğrayın.
Ivo Andriç 1961’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen yazar en çok The Bridge on the Drina (Drina Köprüsü ) eseriyle tanınır. Yugoslavya’nın dağılışını görmeden bu nedenledir ki kanımca mutlu bir şekilde hayata gözlerini 1975’te kapayan yazarın anısına yapılan müzede sahsına ait bir çok evrak, fotoğraf görülebilir.


 YEME İÇME:

Sırbistan’ın kendine has bir yemek kültürü yok. Osmanlı ve İtalyan izleri hakim mutfakta ve tabi ki fast food ve Amerika. PEKARA’ lardan sabah akşam ‘burek’ yani börek alıp yiyebilirsiniz. Bunun dışında pogoça(poğaça) bizdekine çok benzese de içindeki malzemeler farklılık gösteriyor. Yogurt isterseniz de koyu kıvamlı bir ayran içeceksiniz. Eğer domuz eti yemiyorsanız, tüm balkanlarda işinize yarayacak bir kelime:  ‘bez svinsko’. Yine tanıdık lezzetlerle Sırbistan’da karşılaşabilirsiniz: sarma, çevap (kebap). Türkiye’de çok görülmeyen fakat balkanlarda ve Avrupa'da çok popüler bir yemek kültürü: tek dilimli al-ye pizzalar. Tüm balkanlarda fiyatlar 1 euro civarında. Sırbistan'da da 100 ile 150 dinar arası fiyatlar mekanın popülerliği ve pizzanın çeşidine göre farklılık gösteriyor.
Bohem Köşesi'nden bir görüntü.
Skadarlija yani Bohem Köşesi’nde geleneksel Sırp müziği eşliğinde meyhane tarzı ‘Kafana’larda güzel bir ziyafet çekebilirsiniz, aklınızda bulunsun.

Kahve kültürü çok gelişmiş bu şehirde. Osmanlı’nın Türk kahvesiyle, İtalyanların espressosunun harmanlandığı bir şehir burası. Kahve ‘kafa’ demek ve çeşit belirtmediğiniz sürece Türk kahvesi getiriyorlar fakat bildiğimiz Türk kahvesinden farklı sade, orta ya da şekerli diye bir soru sorulmaması; şekeri siz daha sonra isteğinize göre ilave ediyorsunuz.

Sıcak yaz günlerinde İtalyan dondurmacıları şehrin dört bir tarafına serpilmiş. Gözler bir Maraş dondurmacısı ararken, Türkiye’de bile giderek azalan sayılarını düşününce Belgrad’ta Maraş dondurmacısı görmenin bir hayal olduğuna karar verip başka bir şey düşünüyorum.

Fakat aynı şeyi döner, pide, lahmacun, iskender, baklava isteyen mideler için söyleyemem. Türklerin işlettiği bir restoran burası. Aslında iki kısımdan oluşuyor; lokanta ve fast food. Fast food kısmında döner ve lahmacun, lokanta kısmında ise pideden iskendere, üzerine baklavasına geniş bir konsept. Ya da pizza ile doyurdunuz karnınızı ama bir şeyler eksik diyorsunuz, canınız demli bir çay çekti bunun için gidebileceğiniz yegane yer.  Adres: Vase Carapica 9 11000 Beograd

Jelen ve Lav Sırbistan’da en çok tutulan iki bira, aralarında tatlı bir rekabet var. Jelen geyik demek, Lav aslan. Artık hangisini tercih ederseniz, seçim size kalmış.

Rakija(rakiya) tüm balkan coğrafyasının milli içkisi. Cevizli, böğürtlenli hangi aromadan ararsanız var rakija da. Türk rakısı ve Yunan uzosundan farkı rakiya’nın üzümden; rakı ve uzonun ise anasondan yapılıyor olması.
Bölgesel şaraplar tadılmaya değer. Vrsac şaraplarıyla ünlü, Romanya sınırını dağlarından görebileceğiniz küçük bir şehir. Vaktiniz varsa her yıl düzenlenen Vrsac Şarap Festivalı’ne katılın otobüsle Belgrad Vrsac arası 2 saat.
STUP VRSAC; Belgrad-Vrsac Vrsac-Belgrad arası seferler düzenleyen otobüs firması: ttp://www.stup.rs/
Şarap festivali hakkında ayrıntılı bilgi için: http://www.vrsacturizam.rs/wine-festival-winefest/?lang=en



GECE HAYATI ve EĞLENCE:

Belgrad gece hayatı dünyaca ünlü. Bu ünde Sırp kızlarının etkisi büyük ama sabahın ilk ışıklarına kadar süren bot partileri çok kolay bulunmayacak cinsten. Sava kıyısında bulunan sıra sıra dizili botlar bir eğlence merkezini andırıyor. Biz birkaçına girdik; en fenomen parti müziklerinden, sevgilinizle şarap yudumlayabileceğiniz slow müzik çalan mekanlara, salaş rock-botlara kadar her çeşit zevke hitap ediyor Belgrad’ın botları.  En ünlü bot gece kulüpleri; Freestyler, Opera,  ve 2 katlı Sava’nın en büyük gece kulübü Kolos. Aslında mekanların geneline giriş ücretsiz ama bazı mekanlar ücret isteyebiliyor. (Freestyler 10 euro) Türkiye’deki dam problemini burda anlatsanız yüzünüze anlamsızca bakmaları muhtemel; çünkü mekanlarda çok fazla kız var, girişlerde sadece tipik bir üst araması oluyor.Sadece bunun için biraz sıra bekliyorsunuz. Siz siz olun Belgrad’ta gece çıkmadan eve dönmeyin.

Botlar dışında Skadarlija, Bohem Köşesi, güzel bir sokak. Daha çok yöresel müziğin hakim olduğu bizim meyhanelere benzer ‘Kafana’ lar sarmış bu sokağı. Ayrıca şarabınızı yudumlayacağınız sıcak kafeler de yol üstünde sanat evleriyle iç içe.

Ada, sahilleriyle ünlü ve geceleri eğlencenin hız kesmediği  bir yer. Arkadaşlarım bisiklet kiralayıp sahilde pedal çevirmenin de mümkün olduğunu söylediler. Ben gidemedim ama görülesi bir yer, zaman kalırsa gidin görün.

Bunun dışında bir çok festival ve konsere de ev sahipliği yapıyor Belgrad, yolculuktan önce araştırmanızı yapın.   


SIRBİSTAN’DAN KISA NOTLAR:

Unutmayın ki Osmanlı’nın 420 yıllık yönetimi ülkeyi, şehirlerini, kültürünü derinden etkilemiş. Bu ülkeye vardığınızda kendinizi çok da farklı bir coğrafyada bulmayacaksınız; insanların davranışları, sıcaklıkları hep Anadolu’yu andıracak.

İngilizce konuşan sayısı az. Özellikle Belgrad dışında bu oran daha da azalıyor. İngilizce anlatamıyorsanız Türkçe'sini deneyin. İşte size bir örnek: Markette alışveriş yapıyoruz, kaşık arıyoruz. İngilizce sorduk, anlatamıyoruz derdimizi. Kaşık dedi arkadaşım en sonunda sinirlenip. Kadın ‘haaaa, kaşıka’ dedi ve bize yeri gösterdi. Sırpça’nın yaklaşık 8 bin kelimesi Türkçe sözcüklerden oluşuyor. İşte bunlardan bazıları: pabuç, pencere, kaşık, kahve, çay...

Eğer yolculuğa Sırbistan’dan sonra eski Yugoslavya ülkelerinden devam edecekseniz; zaten Sırbiatan’da iki gün kalacağım dilini öğrenmeye gerek yok demeyin. Dil nereye giderseniz aynı sadece aksan farklılıkları var. Tabi onlara göre işler farklı, Sırp Sırpça konuşur, Hırvat Hırvatça, Makedon Makedonca. Çok irdelemeyin, tüm balkanlarda rastlayacağınız bir hareket bu: kendi ulusunu inşa etme; e durum böyle olunca dil de o ulusun dili oluyor.

YUGOSLAVYA İÇ SAVAŞI VE YIKIMLAR:

Sosyalist Federal Yugoslav Cumhuriyeti  1943’te 2. Dünya Savaşı sırasında farklı isimle kurulmuş olsa da 1963’te bu adla anılmaya başladı. Ülkenin ilk başkanı, partizan Josep Broz Tito idi ve 1980’deki vefatına dek ülkeyi o yönetti.

Sosyalist Federal Yugoslav Cumhuriyeti (SFRY)’nde cumhuriyeti oluşturan unsurlar arası farklılıkların ortaya çıkışı 1974 anayasal değişiklikleri süreci ve bu süreç sonrası gelişmelerle kendini göstermiştir. 1974 anayasal değişiklikleri ile Sırbistan’ın iki otonom bölgesi olan Voyvodina ve Kosova, federal cumhuriyetin diğer 6 üyesinin sahip olduğu haklara kavuşurken, kendi isteğiyle federal cumhuriyetten ayrılma hakkını
Yugoslava'nın dağılması.
 Kaynak:Wikipedia

Sırbistan’da saklı tutuyordu. Anayasa değişikliği federal cumhuriyetteki güçlü Sırp hegamonyasını kırarken, Sırpların gözünde kendilerini eski olduklarından daha kötü bir noktaya çekiyordu.
Tito’nun ölümü sonrasındaki süreçte ülkenin iyi yönetilmemesi, halk içinde huzursuzluklara yol açtı. Bu huzursuzluklar, 1990 başında kendini göstermeye başladı ve öncelikli olarak Slovenya ile Hırvatistan’ın federal cumhuriyetten ayrılma istekleriyle patlak verdi. Anayasada saklı olan kendi kendine karar verme( self-determination) hakkını  kullanmak isteyen Slovenya merkezden uzak da olmasının getirdiği avantajı kullanarak bağımsızlığını Haziran 1991’de ilan etti. En az can kaybıyla bağımsızlık Ocak 1992’de dünya tarafından tanındı. Aslında Hırvatlar da bağımsızlıklarını, Slovenlerle birlikte Haziran 1991’de ilan etmişlerdi.  Buna rağmen, Hırvatistan’da yaşayan Sırplar yeni oluşacak ülkede azınlık konumuna düşmemek için Hırvatların anayasal hakkını kullanmasını engellemeye çalıştılar ve ülkede kanlı iç savaş başladı. Yugoslav ordusu, Hırvatistan’da yaşayan Sırplara logistik ve mühimmat desteğinde bulundu. Tüm bunlar yaşanırken, Eylül 1991’de Makedonya bağımsızlığını ilan etti ve ordu tarafından hiç bir saldırıyla karşılaşmadı.

Bosna Federasyonu da anayasal hakkı olan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nden ayrılmak için referandum gerçekleştirdi. Bosna’da yaşayan Sırplar bu referandumu boykot etti. Nüfusun %64-67 sinin katıldığı referandumdan %98lik bağımsızlık kararı çıktı. Nisan 1992’de Bosna’nın bağımsızlığı dünyaca tanındı. Fakat Bosna’da yaşayan Sırplar, ülkenin Sırbistan’a yakın yerlerinde Republica Srpska adlı bir cumhuriyet kurdu. Daha sonra Boşnaklara uygulanan kıyımlardan sadece biri olan Sreblenica Soykırımı, bugün hala varlığını sürdüren Republica Srpska sınırı içerisinde Yugoslav ordusunun desteği ve Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün[ UNPROFOR (UN Peacekeeping units)]  umursamazlığıyla vuku bulmuştur.

Tüm bu acı olaylardan sonra yaraları sarması için öngörülen ve 14 Aralık 1995’te Federal Yugoslav Cumhuriyeti, Bosna Hersek ve Hırvatistan arasında imzalanan Dayton Antlaşması’nın  ardından 18 yıl geçmesine rağmen Balkankar sorunları çözememiş,  ateşini düşürememişe benziyor.

Çözüm mü? Aslında çok basit. Benim Balkanlarımı yazarken zaman zaman Mustafa Balbay’dan alıntılar yapacağımı söylemiştim. Balbay kitabında, ‘’Mahvetmektense affetmek iyidir’’ diyor. Belki de Balkanların gelecek için parolası bu olmalı.


İŞİNİZE YARAYACAK BİR KAÇ KELİME:

DA: evet
NE: hayır
ZDRAVO: merhaba
HVALA: teşekkürler
MOLIM: lütfen
DOBRO: iyi
GDE JE... :  .... nerede?
LEVO: sol
DESNO: sağ
PRAVO: dümdüz git
AERODORM: havaalanı
ZELEZNICA STANICA: tren istasyonu
AUTOBUSKA STANICA: otobüs istasyonu 


Daha fazla bilgi için:
Belgrad Turist Bilgi Merkezi: http://www.tob.rs/en/index.php

Bir sonraki durağımız Bosna Hersek.

Saraybosna: Sanki bizden biri. Çektiği acıları yine size gösteriyor.
Visoko:  Dünyanın ilk piramidine ev sahipliği yapan şehirde kazılar halen devam ediyor.
Mostar: Köprüsüyle ünlenen ve onu Hırvat toplarıyla Neretva Nehri'ne gömen şehir.

Burak Yazar 30.06.2013