26 Kasım 2014 Çarşamba

Medeniyetlerin Kesişim Noktası: Meksika



Meksiko'nun Ankara’ya uzaklığı tam 11 bin 752 km. Türkiye’den Meksika’ya direk uçuş olmaması nedeniyle iki ülke arası yolculuklar yaklaşık 20 saat sürüyor.

Ama benim Meksika hikayem bu sefer kendi şehrim Ankara yerine değisim öğrencisi olarak bulunduğum Los Angeles’tan başlıyor.

Los Angeles’i da icine alan Güney Kaliforniya, Meksika kültürünün yoğun olarak yaşandığı bir bölge. Burada her an İspanyolca kelimeler duymanız ya da her caddede bir Meksika restoranına rastlamanız içten bile değil.
Evden 10 binlerce kilometre uzakta gördüğüm Meksikalılar gerek davranışları gerekse de görünüşleriyle bizlere çok benziyorlar. Meksikalılara duyduğum bu yakınlık zaman içinde onların tarihlerini, kültürlerini daha derinden incelememe ve inceledikçe onları ve ülkelerini daha çok sevmeme neden oldu.

En sonunda da dayanamadık ve aldık biletleri, başkent Meksiko’ya uçtuk.

Başkent Meksiko ülkenin en büyük şehri olmasının yanında, Meksika’yı derinden anlamaları için turistlere çok farklı bakış acıları sunan bir yer. Çok sayıdaki müze, Meksika tarihini ve kültürünü aydınlatırken sokaklarda dolasan insanların yüzleri bugün ülkenin en büyük problemlerinden biri olan gelir eşitsizliğini gözler önüne seriyor. 

Meksika uyuşturucu çeteleri ya da Amerika’ya göç etmek isteyen insanlarıyla anılsa da bu ülke bilinenin çok ötesinde bir derinliğe sahip. Eşsiz kültürü, binlerce yıl geriye uzanan tarihi, sıcak insani, leziz yemekleri önyargılarınızı yıkmanız ve bu ülkeyi keşfe çıkmanız için yeterli sebepler.

Hadi o zaman Meksika’yı keşfe başlayalım.



Meksika Bayrağı




MEKSİKA, kısa kısa


  • Tam adı Birleşik Meksika Devleti olan ülkenin yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık 2 buçuk kati. Kapladığı bu alanla Meksika Dünya’nın en büyük 13. ülkesi.
  • Olmekler, Toltekler, Teotihuacan, Zapotekler , Mayalar ve Azteklere ev sahibi yapmış olan Meksika medeniyetler beşiği tanımına örnek bir ülke.
  • Yaklaşık 115 milyonluk nüfusuyla İspanyolcanın dünyada en çok konuşulduğu ülke Meksika. Nüfusun %65’ini İspanyol ve yerli karışımı olan Mestizo,  %17’sini yerli, %16’sini beyaz nüfus oluşturuyor. 
  • Meksikalıların milli giysilerine panço, dünyaya nam salmış şapkalarına ise sambero deniliyor.
  • 1521’de Meksiko’nun üzerine kurulduğu  Aztekler’in başkenti Tenochtitlan’i fetheden Hernan Costes, ülkeyi 1810’daki bağımsızlığına kadar sömürecek olan İspanyol yönetim çağını başlatmış oldu.
  • 1910’da diktatör Porforio Diaz yönetimine karşı ayaklanan halk Meksika Devrimi’ni gerçekleştirildi. Akılda kalan devrim kahramanlarından biri, köylü ayaklanmasının önderi Emiliano Zapata.
  • Meksika, dünyanın en büyük on beş ekonomisinden biri. Hedef 2050’ye kadar Dünya’nın ilk beş içerisinde yer almak.
  • Ülkenin başkenti México D. F. (Distrito Federal) yönetim merkezi olması dolayısıyla sahip olduğu özel statüyle federal yapıyı oluşturan 31 eyaletten farklı bir konuma sahip. Bu özelliğiyle Meksiko, ABD’nin başkenti  Washington D.C. (District of Colombia) ile benzerlik gösteriyor.
  • Ülke para birimi Meksika pezosu ve 1 TL yaklaşık 6 Pezo.


Meksika Haritası

 

10 MEKANLA MEKSİKO'YU ANLAMAK



1.TEOTIHUACAN

Teotihuacan Nahuatl dilinde “insanların ilahlar haline geldikleri yer” anlamına geliyor.

Meksiko’ya 50 km uzaklıkta olan Ay ve Güneş piramitlerini de içine alan bu şehir kompleksi Unesco Dünya Mirası listesinde ve Meksika’nın en önemli çekim noktalarından.

Milattan sonra 1. yüzyılda inşa edilmeye başlanan şehir, yaklaşık 8. yüzyılda önemini kaybetmeye başlamış. Çöküşünden sonra dahi Aztek soyluları için bir nevi hac güzergâhı olarak kalan şehrin önemi Azteklerin 5. Dünya Efsanesine dayanıyor. Maya el yazmaları olan Chilam Balam’da de yer alan 5. Dünya mitine göre insanoğlunun daha önce yasadığı dünya ani gelen bir sel sebebiyle yok olur.  Aztek efsanesine göreyse tanrıların en küçüğü ve en mütevazisi olan tanrı Nanahuatl kendisini ateşe verir ve 5. Dünya’nın güneşi halini alarak onun varoluş sebebi olur.

Antik Teotihuacan şehri 20 km²’ den daha geniş bir alana yayılmış olsa da bugün turistlere açık olan 2 km²’ lik kısım Ölüler Yolu (Calzada de los Muertos) ve bu yolun çevresindeki alandan ibaret. Otobüslerin yolcularını indirdiği 1 numaralı kapıdan girip hediyelik eşya dükkânlarını geçtikten sonra Ölüler Yoluna  girmiş oluyorsunuz. Bu yol üzerinde bugün birçoğu kaybolmuş irili ufaklı piramitlerin varlığının silik işaretleri mevcut. 
Yol boyunca ilerlediğinizde sağınızda kalacak ilk piramit Güneş Piramidi (Piramide del Sol). Dünya’nın en büyük 3. Piramidi olan bu yapı 70 metre uzunluğunda. Eğer 248 merdiveni çıkarsanız bu antik şehrin muhteşem görüntüsü sizi bekliyor olacak. Ölüler Yolu boyunca ilerlemeye devam ederseniz karşınıza Ay piramidi (Piramide de la Luna) çıkacak. Milattan sonra yaklaşık 300’de tamamlanan bu piramidin oturduğu zemin Güneş Piramit’ininkinden daha yüksek olduğu için iki piramidin zirve yükseklikleri birbirine çok yakın.

Teotihuacan’a giriş ücreti 58 pezo yani yaklaşık 10TL.

TEOTIHUACAN’A ULASIM:
Autobuses del Norde’den bineceğiniz ve her 15 dakikada bir kalkan otobüsler sizi  42 pezo yani yaklaşık 7 TL karşılığında yaklaşık 45 dakika içinde Teotihuacan’a ulaştıracaktır. Otobüsler sabah 7 den aksam 6 ya kadar isler vaziyette.





Ölüler Yolu
 Güneş Piramidi (sağda), Ay Piramidi (ilerde)
Hediyelik Eşya Dükkanları


  
Piramiter Çevresindeki Tezgahlardan


Piramitler Çevresindeki Tezgahlardan






 

2.ZOCALO MEYDANI


Dünya’nın en büyük şehir meydanlarından biri sayılan Zocoalo, devlet başkanlığının bulunduğu Milli Saray (Palacio Nacional) ve Meksiko’nun en önemli katedrali olan  Catedral Metropolitana’ya ev sahipliği yapıyor. Bunun dışında meydandan sadece 1 dakika uzaklıkta bulunan Templo Mayor’da  Azteklerden kalma tapınak kalıntıları ziyaret edilebilir. Tapınak kalıntıları dedik ya tapınağın doğal afetten zarar görüp bugüne sadece bir kısmını ulaştığı tarzı naif fikirlere kapılmayın. İspanyol sömürge yönetimi sırasında Templo Mayor’u oluşturan taşlar sokulmuş ve bu taşlar tapınaktan kalanların yanı başında yükselen Catedral Metropolitana’nın inşası için kullanılmış. Tapınaktan kalan kalıntılar müze alanında koruma altına alınmış.

Templo Mayor’u Meksika için önemli kılan bir efsane var. Meksika bayrağında yer alan kartal, yılan ve kaktüs uçlusunun de kaynağı olan bu efsaneye göre Aztekler günlerce yol aldıktan sonra şehirlerini kuracakları yere bir turlu karar verememişler ta ki bugün Templo Mayor’un yükseldiği yerde yer alan kaktüsün üzerine beliren ve pençesinde yılan tutan kartalı görene kadar. İşte bugün Meksiko olarak alınan başkent, Azteklerin Templo Mayor çevresinde geliştirdikleri Tenochtitlan adli o şehrin temelleri üzerine oturmaktadır.



3.PASEO DE LA REFORMA


Meksiko’nun kalbinin attığı bu cadde şehri boylu boyunca kesiyor. Gökdelenlerden, Chapultepec’e ya da Atatürk Heykeli’ne kadar neredeyse her şey bu caddenin üzerinde ya da çevresinde sıralanmış. Pazar günleri trafiğe kapalı olan cadde, yol boyunca koşmak ya da yürümek isteyenleri ama özellikle de bisiklet severleri  ‘Arabasız Bir Gün’ etkinliğine davet ediyor.

Paseo de La Reforma'daki Sokak Sergilerinden

Paseo de La Reforma Üzerindeki Bağımsızlık Heykeli

 

4.BOSQUE DE CHAPULTEPEC


Chapultepec Nahuatl dilinde ‘Çekirge Tepesi’ anlamına geliyor. Yani yerli Amerika dilindeki ‘tepec’ kelimesi Türkçe’mdeki  ‘tepe’ ye eş. Meksiko’nun en büyük parkı olan bu tepelik alan hayvanat bahçesinden, Milli Tariih Muzesi’ne (Museo Nacional de Historia) ve Chapultepec Kalesine (Castillo de Chapultepec) ev sahipliği yapıyor. Yokuşa aldırmadan kosan Meksikolular, avare gezinen turistler ya da ‘gel abla gel’ edasıyla bağıran seyyar satıcılar herkes bu büyük parkta.

 

5.MİLLİ ANTROPOLOJİ MÜZESİ (Museo Nacional de Antropologia)


Chapultepec civarında Paseo de la Reforma caddesinin solunda kalan(şehir merkezi arkaya alınınca) müze Meksika’yı tarihiyle ve gizemleriyle öğrenmek isteyenler için birebir. Müzenin hakkini vermek için bir yarım gün ayrılması şart. Müze dikdörtgen biçiminde ve çok geniş bir alana yayılmış. Dikdörtgeni oluşturan her giriş Meksika’da yasamış ya da hala yaşıyor olan bir medeniyet için ayrılmış. Giriş katları medeniyetlerin tarihini arkeolojik kalıntılarla desteklemekte. Her zemin kat üzerinde bir asma kat yer alıyor ve buralarda giriş katta tanıtılan medeniyetlerden geriye kalan insanların koloni döneminden sonra yasadığı hayat anlatılıyor.
Müzeyi oluşturan kapılardan girdiğinizde göreceğiniz sergiler şöyle:  Yerli Meksika Kültürleri, Antropolojiye Giriş, Amerika’ya Yerleşme, Orta Meksika Klasik Öncesi Donem, Teotihuacan, Toltekler Donemi, Meksika,  Oaxaca Kültürü, Körfez Kültürleri, Maya, Occidene Kültürü, Kuzey Kültürü.

Pazartesi günleri kapalı olan müze sabah 9 aksam 7 arası ziyarete açık. Giriş ücreti 59 pezo (10TL).



Müzeden
Bacakları Kalın Kadın Heykelcikleri 
Toprağın Bereketi ve Doğurganlığı Temsil Ediyor
Müzeden
Eski Türk Geleneğindeki Olduğu Gibi Ölüleri 
Eşyalarıyla Gömme Bir Şaman Geleneği 






Müzedeki Teotihuacan Bölümünden
 

Müzenin Bahçesindeki Olmec Kafası










































Müzeden
Geyik Tanrı ve İnsanlar (Mağara Çizimi)


 
Mezar İçerisinden Çıkanlar

 


6.GÜZEL SANATLAR SARAYI (Palacio de Bellas Artes)


1905’te başkan Porfirio Diaz’in emriyle başlatılan inşaat 1930’lu yıllarda sona ermiş. Bina bugün konser ve sanat merkezi olarak kullanılıyor.  Binanın üçüncü katında Diego Riveria’nın Yol Ayrımlarındaki Adam (Man at the Crossroads) murali önemli bir eser. Komünist fikirleri olmasına rağmen Rockefeller, New York’taki binasına fresko çizmesi için Diego ile anlaşmış. Diego’nun eserini tamamlamasına az bir sure kala freskte beliren Lenin figürü Rockefeller’in freski imha ettirmesine neden olmuş. Diego Rockefeller binasında çalışırken çekilen bir fotoğraf, freskin yeniden ama bu sefer Meksika’daki Güzel Sanatlar Sarayı’nın duvarında belirmesine kaynak olmuştur.  

Pazartesi günleri kapalı olan Güzel Sanatlar Sarayı sabah 10 aksam 6 arası ziyarete açık. Pazar günleri ücretsiz olan komplekse diğer günler giriş 43 pezo (7TL).

 

7.XOCHIMILCO


Bugün Meksiko’nun temelini oluşturan ve  Azteclerce inşa edilen Tenochtitlan şehri kanal sistemleriyle donatılmıştı. İspanyollar belki de neden inşa edildiğini bile anlamadıkları bu kanalları doldurup yerine binalar dikince şehir inşa edildiği ilk birkaç yüzyılda sel baskınlarıyla boğuştu.

Meksiko şehir merkezine yaklaşık 1 saat uzakta bulunan ve Nahuatl dilinde ‘Çiçeklerin büyüdüğü yer’  anlamına gelen Xochimilco Azteklerin hakimiyet alanı içindeki bölgenin sınırları içinde kalıyordu. Sahip olduğu çamurlu ve sığ suları nedeniyle Aztek tarımı için önemli bir yer tutan bu alan bugün uzunluğu 180 km’yi bulan kanallar zincirini barındırıyor. Turistler için önemli çekim noktalarından biri olan kanallar zincirinin içinde geleneksel Meksika müziği çalan Mariachilerin şarkılarını dinlemek, ya da kanallar üzerine tezgâh açmış yüzen bakkallardan meşrubat alma deneyimini yasamak isterseniz atlayın bir kayığa.
Kanal turları genelde 1 saat sürüyor ama biz zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle yarım saatlik bir tur yaptık ve kişi başı 75 (12TL) pezo verdik. 1 saatlik turlar pazarlık yapılırsa iki kişi 250 pezoya (40 TL) kadar inebilir.




ULASIM:
Xochimilco’ya ulaşım için raylı taşıma kullanabilirsiniz. Mavi hattın(Linea 2) en son durağı olan Tasquena istasyonundan bineceğiniz Tren Ligerio (hafif-tren) sizi son durak olan Xochimilco’ya ulaştıracak. Buradan sonra yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşle kayıkları kiralayacağınız kıyıya ulaşıyorsunuz.
Yürüyüş rotası şöyle: tren istasyonunun çıkış kapısını arkanıza alin ve uzayıp giden sokak boyunca 5 dakika yürüyüp sola döndükten sonra 3 dakika yol boyunca ilerleyin mor boyalı kiliseyi görünce sağa donun ve 1 dakika daha ilerleyin, kayıklar orda sizi bekliyor olacak.
Tüm bu yon tarifi çok mu karışık geldi bisikletle dolanan ve yol boyunca sizi takip edecek ve kayıklara ulaştığınızda size kayık kiralamaya çalışacak tiplere bırakın o zaman kendinizi, onlar size yolu gösterecekler.

 

8.FRIDA KAHLO MÜZESİ (Museo Frida Kahlo)


Meksiko’nun en yeşil ve tatlı semtlerinden biri olan Cayoacan semtinde bulunan Frida Kahlo müzesi Mavi Ev(Casa Azul) olarak da geçiyor. Frida’nin doğduğu, büyüdüğü, Diego ile birlikte yaşadığı ve son nefesini verdiği bu ev Meksika listenizde ziyaret edilecekler arasında kesinlikle yer almalı. 1937 ile 1939 arası Troçki’nin de sürgünü dolayısıyla yasadığı Mavi Ev Frida’yı anlamak için harika bir yer. Resim çizmesine neden olan trafik kazasından sonra çektiği acıların tanığı olan aynalı yatağı, özel eşyaları, oyuncakları, kütüphanesi, mutfağı, kendi tasarımı kıyafetleri ve müthiş tabloları Mavi Ev’de Frida’nın misafiri olmayı şart kılıyor.

Müzeye giriş öğrenci 40, tam 75 pezo. Mavi Ev için aldığınız bilet iki koçanlı: biri Mavi Ev diğeri Diego Rivera tarafından piramit seklinde inşa edilmiş evi Anahuacalli müzesi için. 



Frida Kahlo (otoporte)






Mavi Ev'den
Frida'nın Gardırobundan
Frida'nın Bahçesindeki Piramit
Frida'nın Diego ile Dizayn Ettiği Mutfak






 

 








                                                               Viva La Vida, Frida'nın Son Tablosu
                                                                        



9.TROÇKİ MÜZESİ (Museo Leon Trocki)


Rus devriminin liderlerinden Troçki, Lenin’in ölümüyle iktidara gelen Stalin’in faşist politikaları nedeniyle sürgüne uğramış ve hayatinin geri kalanını önce İstanbul Büyükada( 1929-33), sonra Fransa (1933-35), daha sonra Norveç (1935-36) ve en son da Meksiko’da  sürgünde geçirmiş. Frida Kahlo’nun Mavi evinde üç yıl kaldıktan sonra Troçki öldürüldüğü gün olan 21 Ağustos 1940’a kadar bugün müze olan yeşil boyalı bu evde yasamış. Müze, ziyaretçiye sunduğu dokuman açısından zengin olmasa da Trocki’nin son yıllarda yasadığı hayati anlamak açısından görülmeye değer bir yer.

Öğrenciler için müzeye giriş ücreti 20 pezo (3 TL).





Evin Bahçesinden



Müzenin İçinden




Evinin Karşısındaki Binadaki Troçki Çizimi


 



Evin Dış Cephesi









































10.MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI BİNASI (Secreteria de Education Publica)


Milli Eğitim Bakanlığı binası bir sanat eseri galerisinden farksiz.1921’de zamanın Milli Eğitim Bakanı  olan José Vasconcelos tarafından başlatılan bir program dahilinde diğer genç sanatçılarla beraber bakanlık binasındaki duvarları freskleriyle süsleyen Diego’nun binada 120 eseri var. Binanın koridorları sizi büyük bahçelere çıkarıyor ve her kati Diego Rivera tarafından boyanmış duvarlar o bahçeye acılan koridorlarda sizi bekliyor. Rivera 1929’a kadar calistigi bu binada önemli eserler bıraktı. Rivera eserlerinde yerli kültürle halk devrimini birleştirmiş ve kapitalizme karsı eleştirisel bir tavır takınmıştır. Rivera üçüncü kattaki freski olan Cephanelikte (En el Arsenal ) sevgilisi Frida Kahlo’yu komünizmi çağrıştıran kan kırmızısı giysisiyle silah tutarken resmetmiştir.

Rivera’nin muralleri dışında David Alfaro Siqueiros, Jose Clemente Orozco’nun eserleri de binada görülebilir.
Milli Eğitim Bakanlığı binası hafta içi sabah 9 aksam 6 arası açık ve binaya giriş ücretsiz.



Kapitalist'in Akşam Yemeği
 (Diego Rivera)

 

En el Arsenal  
(Diego Rivera)

 

Diego Rivera'nin Başka Bir Eseri

 
La Zafra -Şeker Kamışı Kesme-
(Diego Rivera)
 

MEKSİKO’YU BİTİRENLERE

 

REAL DEL MONTE


Hidalgo eyaletine bağlı bu küçük kasabanın çok önemli bir tarihi var. Bu küçük uzunca bir sure zengin yer altı kaynaklarıyla anılmış. Hesaplanan rakamlara göre bu bölgeden bugüne kadar toplam 1,2 milyar troy ons gümüş ve 6,2 milyon ons altın çıkarılmış. Bölgeden çıkarılan gümüsün son beş yüzyılda tüm dünyada çıkarılan gümüşün yüzde 6 sına tekabül ettiği söyleniyor. İngiliz madencilerin de 1820lerde geldiği bölgenin ayrı bir özelliği de futbolun Meksika’da ilk kez bu kasabada oynanması. Futbol İngiliz madencilerle gelmiş ve ülkeye buradan yayılmış. Kasabaya yarım saat uzaklıktaki Pachucha şehrinde belki de bu olaydan esinlenilerek futbol topu seklinde bir Futbol Müzesi inşa edilmiş. Real del Monte dar sokaklarıyla, Meksiko’nun karmaşasından uzak serin dağ havasıyla sizi bambaşka bir dünyaya götürüyor.

 
Real del Monte Sokaklarından

Pachucha'daki Futbol Müzesi


MEKSİKO’DAKİ TÜRK ESİNTİLERİ



OSMANLI SAATİ


Meksika’nın bağımsızlığının yüzüncü yılı dolayısıyla inşa edilen ve Meksika’ya armağan edilen bu saat bugün Zocalo meydaninin hemen iki sokak altında Bolivar ve Venustiano Carranza sokaklarının birleşiminde yer alıyor. Bugün Osmanlı sanatı özelliklerini yansıtan ve Meksika’da Osmanlı’nın bilinirliğine katkı sağlayan bu saat kesinlikle görülecekler listesine alınmalı.

Saat üzerinde şu yazıyor:




Meksika’daki Osmanlı Kolonisi, Eylül 1910


 
Osmanlı Saati


ATATÜRK ANITI



Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve Üye Sendikaların işbirliğiyle Cumhuriyetimizin 80. Kuruluş yıl dönümüne rastlayan 29 Ekim 2003 günü dikilen anıt Paseo de La Reforma caddesinde bulunuyor. Paseo de la Reforma 2550 numaradaki Iran elçiliğinin karşısında caddenin ortasındaki refüjlerin arasına yerleştirilmiş heykel.

Bu caddenin uzunluğunun dillere destan olduğunu yazmıştım. Peki anıt tam nerede kalıyor, arabası olmayan bir turist burayı nasıl görebilir? Öncelikle mesafe yürüme mesafesinde değil hem yol çok yokuş hem de mesafe uzun. Şehir merkezinden kalkan 13KM otobüslerine binildiği takdirde yaklaşık 10 dakika içeresinde Atatürk anıtını görebilirsiniz.

Anıtta şöyle yazıyor:

Mustafa Kemal Atatürk
1881-1938
Fundator de La Turquia Moderna   (Modern Türkiye’nin Kurucusu)
Soldado (Asker)
Libertador ( Kurtarıcı)
Estadista (Devlet Adamı)
Refarmador (Islahatçı)

Teşekkürler TISK.


Meksika'da Ata'nın İzinde
  

 

FRIDA ve DIEGO’NUN İZİNDE




Meksika’nın yetiştirdiği en önemli sanatçılardan ikisi Diego Rivera ve Frida Kahlo’nun izini müze müze sokak sokak ya da duvarlarda arayabilirsiniz. Görülecek yerlerin listesinden önce Rivera ve Kahlo hakkında kısaca bilgi vereyim.

 

DIEGO RIVERA



1886’da dogan Diego Rivera cizdigi murallerle unlenmistir. Paris’te oldugu sirada Kubizm akimindan etkilenen Rivera, daha sonralari post-empresyonizme gecip daha basit formalarda ve canli renklerde eser vermeye devam etmistir. 1911’de ilk 1921’de ikinci evliligini yapan Rivera, ikinci karisiyla evliyken tanistigi ki daha sonra ucuncu esi olacak Frida ile uzun soluklu ve bir o kadar da inisli cikisli bir birliktelik yasamistir. 1921’de Avrupa’dan Meksika’ya donemin Milli Egitim Bakanı olan José Vasconcelos cagrisiyla donen Rivera, Meksiko’daki bakanlık binasinin duvarlarini muralleriyle suslemistir. Kendi sehri Meksiko’dan baska San Fransico, Detroit, New York, Chapingo, Cuernavaca gibi sehirlerde de muralleri olan Diego Rivera 1957’de Frıda’nin olumunden uc yil sonra hayatini kaybetmistir.


FRIDA KAHLO


1907’de Mavi Ev’de doğan Frida Kahlo otoportreleriyle ün salmıştır. 140 tablosunun 55 i oto portre olan Kahlo’nun eserlerinde otoportrelerin önemli bir yer tutmasının nedenini kendi sözlerinden öğrenelim: “Kendimi çizdim çünkü genellikle çok yalnızdım ve bildiğim en iyi şey bendim.”  19 yaşında yasadığı otobüs kazası hayatinin her dönemini etkilemiş olan Frida, resme de bu kazadan sonra başlamış. Ameliyatın ertesinde uzun bir sure yatalak olarak kalan Frida kendisini dünyaca unlu bir sanatçı yapacak olan otoportlerelerini çizmeye yatağında başlamış. 1938’de sürrealist akimin öncüsü olan Andre Breton  Frida’nin sanatı için “Bombadaki kurdele” demiştir. Frida sürrealist olduğunu reddetmiş aksine eserlerinde hayallerinden çok kendi gerçekliğini yansıttığını söylemiştir. Eserlerinde Meksika ve yerli kültürlerden esinlenen Frida doğum gününü Meksika’nın yeniden doğuşuyla özdeşleştirmek için devriminin başlangıç tarihi olan 7 Temmuz  olarak değiştirmiştir. Geçirdiği trafik kazasında doğurganlık özelliğini de yitiren Frida, bu acısını çocuğunu düşürmesinden sonra yaptığı Uçan Yatak (The Flying Bed) adli eserinde de göstermiştir. Diego Rivera ile aşkla dolu ama nefretle gecen beraberlik ve evlilikleri olmuştur. Diego’nun Frida’nın kız kardeşi dahil bir çok kadınla ilişki yaşaması Frida’yı bunalıma sokmuş onu biseksüelliğe iten nedenlerden biri olmuştur.  Son eseri Yaşasın Hayat (Viva La Vida) olan Frida bu eserinde kim bilir belki de çocukluk odasında bulunan oyuncaklarının arasındaki karpuz motifinden esinlenmiştir. Frida’nın acılarla dolu yaşamını hayata gözlerini açtığı yer olan Mavi Ev’de 1954’te son bulmuştur.




Diego Rivera ve Frida Kahlo Meksiko'da 
 1933 (Martin Munkácsi)



FRIDA ve DIEGO'NUN İZİNDE GÖRÜLECEK YERLER:



Antiguo Colegio de San Ildefonso: Rivera’nın ilk mural çalışması ‘La Crecion’ burada görülebilir.

Secretearia de Educacion Publica: Dıego Rivera’nin 120 fresko  eseri burada gorulebilir.

Palacio de Bellas Artes: Binanın üçüncü katında Diego Riveria’nin Yol Ayrımlarındaki Adam (Man at the Crossroads) murali önemli bir eser.

Anahuacalli Muzesi: Diego Rivera tarafından piramit şeklinde inşa edilmiş evi Anahuacalli, Diego’yu anlamak için iyi bir yer.

Museo Mural Diego Rivera: Rıvera’nin en onemli murallerinden biri burada: Sueno de una Tarde dominical en la Alameda Central

Casa Azul(Mavi Ev): Frida’nın doğduğu, büyüdüğü, Diego ile birlikte yaşadığı ve son nefesini verdiği bu ev Frida’yı anlamak için harika bir yer.

Museo Casa Esudio Diego Rivera y Frida Kahlo: Birbirine bir köprü ile bağlanan iki ayrı evden oluşan yapı Frida ve Diego’nun yaşamlarının bir kısmına tanıklık etmiş.


4 Mayıs 2014 Pazar

Lizbon: Evde Hissettiren Şehir


Lizbon ve Sintra ile ilgili özet bir yazı için 'Hürriyet Seyahat' internet ekinde de yayınlanan bu blogtaki 'Öğrenci Kafasıyla, Avrupa'nın En Doğusundan En Batısına...' başlıklı yazıya göz atabilirsiniz. 


Almanya güzel memleket; düzenli, güvenli ve sakin.Bunlar hep iyi özellikleri. Peki ya kötü yönleri yok mu bu ülkenin? Hele de Akdeniz kanı taşıyorsanız bazı şeyler o kadar özleniyor ki burada yaşarken.Pazar günleri marketlerin kapatıldığı, akşam 7’den sonra sokakların sinek avladığı, her şeyin kendine ait bir kuralının olduğu ve kurallara uyulmak zorunda olunduğu bir yer hayal edin. Belki hayal bile edemediniz çünkü bizde işler böyle yürümez. Saat  10’a kadar açıktır dükkanlar; sokaklar cıvıl cıvıldır geceleri; pazarlar alışveriş günüdür; kural mı dedi biri, herkesin kuralı kendinedir. Neyse insan her şeye alışıyor, ben de alıştım buralara. Hem Almanların bir sözü var, ben de çok seviyorum ve sık sık kullanıyorum:  ‘’Andere Landern, andere Sitten’’. Farklı ülkeler farklı kurallar diye çevirebiliriz bu deyimi. Çok sorgulama hayatı, neredeysen oralı ol ve yaşa diyorlar yani.

Madem öyle, bu kadar şeyi niye yazdım: Almanya’dan sonra Lizbon’da tam da evde hissettiğim için kendimi. Her şehrin farklı bir atmosferi vardır ve önemli olan sizinle şehrin atmosferinin ne kadar uyuştuğudur.  Bazı şehirlerle aranız açıktır, bazısıyla iyi anlaşırsınız ve bazılarındaysa kendinizi bulursunuz. Ben işte Lizbon’da kendimi buldum.  Daha ilk gördüğümde içim ısındı şehre, yeşilin sarıp sarmaladığı binalar, denizi anımsatan koca bir nehir: Tejo ve ona adanmış köprüler. Uçak yere indiğinde, havaalanının içinde sanki ben buraya gelmiştim dedim içimden. Bu insanlar ne kadar da benziyordu bize; gerek görünüşleri, gerekse de yardımseverlikleriyle. Boy ortalaması bir anda kısalmış, tenler esmerleşmişti; sorulan yolu gösterenler sürekli gülümsüyordu.

3 unutulmaz gün geçirdiğim bu güzel şehrin insanlarını, mekanlarını, tarihini, damak zevkini anlatmaya çalıştım bu yazımda. Umarım hoşunuza gider.




Alfama'dan şehre bakış




KISA KISA LİZBON


Roma’dan eski: Lizbon Avrupa’nın en eski şehirlerinden öyle ki M.Ö. 1200’de kurulduğu varsayılan şehir, Atina’dan sonra Avrupa’nın en eski başkenti olma özelliğine sahip.

Tramvaylar Amerika’dan: Lizbon’un simgesi olan sarı tramvaylar aslında Amerika’dan sipariş edilmiş ve halk arasında bunlara “americanos” denmiş.

İstanbul’un ruh ikizi: Lizbon Roma ve İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş. 1255 yılından beri Portekiz’in başkenti olan şehir 16. yüzyılda Portekiz İmparatorluğu zamanında en ihtişamlı dönemini yaşamış.

Lizbon ismi nereden gelir?: Şehrin adının Latince Olissipo’dan geldiği düşünülse de Lizbon’un Arapça ismi olan el-Uşbuna’dan türediğine dair fikirler de var.

Arap esintileri: Lizbon 711’den 1147 yılları arasında Arap yönetiminde kalmış. Bu süre içinde gerek mimari, gerek sosyal yaşam ve gerekse de yerel dil Arap medeniyetinden etkilenmiş. Şehrin en eski mahallesi olan Alfama’nın temeli Arapça el-hamma (hamam) sözcüğünden gelmekte . Eski şehrin duvarlarını süsleyen mavi ve yeşil seramiklerin de Arap esintileri taşıdığı görülmekte.

Depremler: 1531 ve 1755 yıllarında iki büyük deprem atlatan şehir, özellikle ikinci depremden sonra büyük hasar görmüş ve şehirdeki yapıların yüzde 85'i yıkılmış. Bu felaketten sonra Voltaire şehrin anısına Poême sur le désastre de Lisbonne (Lizbon felaketi üzerine şiir) ismiyle bir şiir yazmış ve Candide adlı 1759 tarihli romanında bu depremden sözetmiş.


HAVAALANINDAN ŞEHRE ULAŞIM


Lizbon havaalanı şehir merkezine 25-30 dakikalık bir mesafede. Havaalanından şehir merkezine gitmek için Aerobus, metro, taksi gibi seçenekler var. Aerobus havaalanı şehiriçi arası servis yapan otobüs. Biletler yetişkinler için 3.5 euro ve sadece bu otobüsler için tüm gün geçerli. Biz ikinci ve en uygun olan alternatifi seçtik ve metroyla şehre indik.  Yalnız metro bileti almadan önce önemli bir nokta var ki bu  da yürümeyi ne kadar sevdiğiniz. Eğer şehri yürüyerek keşfedenlerdenseniz o zaman 50 cent karşılığında bir adet Viva Viagem kartı alın ve her yolculuğunuzun bedeli olan 1.25 euroyu karta yükleyin. Yürüyecek zamanım yok derseniz onun da çözümü var: 6 euroya günlük kart alıp toplu taşımayı sınırsız kullanabilirsiniz. Bunlar bana göre değil ben bir kez bineceğim metroya diyenlerdenseniz o zaman tek binişlik bilet size göre ve ücreti 1.40 euro.  Metro biletini, metro türnikelerinin önündeki  danışmadan alabilirsiniz. Havaalanı ulaşımıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için:  http://www.lisbonairport.net/getting-to-lisbon-airport.htm

Ulaşıma değinmişken Lizbon metro sisteminden bahsedeyim. Düzenli bir metro ağı var şehrin ve dört farklı hat dört farklı renkle isimlendirildiği için ulaşım gayet kolay sağlanıyor.

Hatlar:  azul (mavi), verde(yeşil), amarela(sarı), vermelha(kırmızı)

                                                                 Lizbon metrosu



LİZBON'UN  TARİHİ


Sırasıyla Keltler, Fenikeliler, Romalılar, Endülüsler ve Hristiyanlarca yönetim altına alınmış bir kent Lizbon. Bu kadar farklı medeniyete kucak açmışken, eski dönemlere ait yapıları da görmek istiyor insan. Fakat gerek Lizbon’u yıkan büyük depremler gerekse de bazı yöneticilerin işgüzarlıkları nedeniyle beklenenin aksine o
Portekiz bayrağı
geniş mozaiği görmek güç Lizbon’da. 711’de Arapların İber yarımadasına gelmesiyle bu adadaki birçok şehri kısa bir sürede fethetmesi bir olmuş. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden beri dağınık biçimde yaşayan kabilelerden oluşan İber yarımadası, güçlü ve düzenli bir ordusu olan Araplara karşı duramamış ve Lizbon da yine 711 yılında Arap topraklarına katılmış. Haçlıların tertiplediği 1147’deki kuşatmaya kadar şehir Arap yönetiminde kalmış. Bu süre zarfında şehirde resmi dil Arapça olmuş ve Hristiyan, Yahudi, Berberi gibi farklı gruplardan oluşan
Lizbon bayrağı
bir etnik mozaik şehre hakim olmuş. 1147’de şehrin düşmesiyle birçok cami ya kiliseye döndürülmüş ya da tahrip edilmiş. 1531 ve 1755 depremleri de şehrin çehresini bir hayli değiştirmiş. Özellikle son depremde şehrin tahmin edilen nufüsu olan 200.000-275.000 kişiden 30.000 ila 50.000 inin hayatını kaybettiği belirtilmiş. Şehirdeki yapıların %85’inin de yine bu depremle birlikte yıkıldığı kaynaklara geçmiş.  Depremden sonra hal böyle olunca, şehirde tekrar yapılaşma için hamleler atılmış. Şehrin meydanlarından Placa de Rossio ve Praca do Comercio, yeniden inşa edilen şehrin simgelerinden sayılmış. Tüm bu depremlerden en az yarayla çıkan mahalle ise Alfama olmuş. Alfama mahallesi, Sao Jorge kalesinin eteklerinden uzanan dar sokaklarıyla tarihe yolculuk yaptırıyor Lizbon’da.

1255’te Portekiz Krallığı’nın başkenti olan kent en parlak zamanlarını 16. yüzyılda coğrafi keşifler döneminde yaşamış. Bu devrin zenginliğini gözler önüne seren yapılar UNESCO koruması altındaki Belem Kulesi ve Jeronimo Manastırı. Özellikle Brezilya’da tutunan Portekiz Krallığı, İspanya ile taht savaşı sırasında krallığının merkezini de geçici olarak bu Latin Amerika ülkesine taşımış. 19. yüzyılda şehrin Napolyon tarafından fethi, şehirdeki Fransız kültürünün etkisini arttırmış; geniş caddeler ve kafelerin şehirde belirmesine neden olmuş. Bugün şehrin alışveriş caddesi olan Avenida da Liberdade de bu dönemde inşa edilmiş. Tek komşusu İspanya gibi dünya savaşlarına katılmayan ülke 1900’lü yıllarda üç önemli dönüm noktası yaşamış.

5 Kasım 1910         1. Portekiz Cumhuriyeti:  Krallığa son verilip cumhuriyet yönetimine geçilmiştir.
6 Temmuz 1926  2. Portekiz Cumhuriyeti:  Estodo Nova(Yeni Devlet) olarak adlandırılan dönem diktatörlüklere sahne olmuştur. António de Oliveira Salazar 1968 yılına kadar devletin cumhurbaşkanı olmuştur.
25 Nisan 1974     3. Portekiz Cumhuriyeti:  Karanfil Devrim ile baskıcı rejime son verilerek normal yönetime geçilmiştir. Devrim adını, tanklara takılan karanfillerden ve halkın desteğinden almıştır. Devrimin dünya için önemli bir sonucu da Portekiz’in Afrikada’ki sömürgelerinden olan Mozambik ve Angola’nın bağımsızlık ilanı; Hindistan ve Endonezya’nın eski Portekiz topraklarıyla beraber tanınması sayılabilir.

1986’da İspanya ile beraber Avrupa Birliği’ne üye olan ülke 1994’te Avrupa Kültür başkenti seçilmiş ve 1998’de Expo fuarına ev sahipliği yapmıştır.



LİZBON’DA NE YAPMALI?


28 numaralı tramvaya binilmeli: İstanbul İstiklal Caddesi’nde işleyen tramvay gibi nostanjik bir tramvaydır.28 numaralı tramvaylar sarı renkli olup Rossio yakınlarındaki Martim Moriz’den başlar ve Lizbon’un en eski mahallesi olan Alfama’da sona erer. Yellow Bus diye anılan turistlik otobüslere binmektense tramvaya atlayıp tarihin sesine hem de çok daha uygun bir fiyata kulak verin.



Alfama hissedilmeli: Arapça El-hamma (hamam)’dan türeyen ismiyle mahalle eski Lizbon’u oluşturuyor. Konumu gereği 1755 depreminden en az etkilenen mahallede dar sokaklar, çinili binalar, çiçeklendirilmiş pencereler insanı başka devirlere götürüyor.




Baxia’da yürünmeli: 1755’teki depremden sonra  Marquês de Pombal’ın dizayn ettirdiği şehir merkezi. Yaya caddesi olması nedeniyle üzerinde birçok dükkan ve restoran bulunan turistik bir caddedir.




Barrio Alto’da kalabalığa karışılmalı: Konumu gereği yukarı mahalle olarak adlandırılan merkez, meydanındaki kafeler ve sokaklarındaki gece hayatıyla Lizbonluların toplanma yeridir.




Santa Justa Asansörü’ne binilmeli: Orta Avrupa şehirlerinde karşılaşmayacağınız türden bir görünüm arz eder asansör. Yapılış amacı İzmir asansöründen farklı değildir. Bugün turistlik amaçla işlevine devam eden asansör Baxio ve Bario Alto’yu birbirine bağlar.




Belem’e gidilmeli: 15 nolu tramvayla 20 dakika gibi bir sürede gidilen bir mahalle. Önemi Lizbon’un UNESCO tarafından korunan iki yapısı olan Jeronimos Manastırı ve Belem Kulesi’ne ev sahipliği yapması. Gemici Henrique'nin ölümünün 500. Yılı anısına inşa edilen Keşifler Anıtı da Belem’in vazgeçilmezlerinden. Anıtta, Vasco de Gama ve Bartolomeu Dias gibi coğrafi keşiflere damgasını vurmuş Portekizci denizcilerin tavsirleri görülebilir. Yeni lezzetlerin peşinde dolaşanlar içinse en önemli yer 1837’den beri hizmet veren Belem Pastanesi.

Belem kulesi
Keşifler anıtı














Gülbenkyan Müzesi görülmeli: Kalust Gülbenkyan’ın özel koleksiyonunun sergilendiği müzede Mısır, İslam, Mezopotamya, Ermeni, Uzakdoğu eserleri mevcut. Müze dünyanın en özel ve geniş kişisel koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor.


Müzeyle ilgili daha detaylı bilgi için:

Kalust Gülbenkyan Ermeni asıllı bir Osmanlılı. 1869’da İstanbul’da dünyaya gelen Gülbenkyan, İngiltere King’s Collage’da petrol mühendisliği okuduktan sonra kariyerine petrol alanında devam etmiş ve zenginleştiği ölçüde sanatla ilgilenmiş bir iş adamı. 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız bir ülke olarak kalan Portekiz’e yerleşmiş ve tüm mal varlığını bu ülkeye bağışlamış. Ölümünden 1 yıl sonra kurulan müze, bugün kendi deyişiyle ‘’en iyilerin’’ olduğu özel koleksiyonuyla ziyaretçileri ağırlamakta.



LİZBON’U BİTİRENLERE:



SİNTRA:


Lizbon bir başkent, hal böyle olunca şehir önemli yapılara ev sahipliği yapıyor. Müzeleriyle, parklarıyla, ara sokaklarıyla şehri tanımak için en az 2 gün şart. Ben Lizbon’u hallettim şimdi sıra çevresinde diyorsanız Sintra harika bir günübirlik rota. Lizbon metropolitan alanı içinde kalan kente ulaşım çok kolay. 1.80 Euroya atladığınız trenle 40 dakika gibi bir sürede Sintra’da buluyorsunuz kendinizi. Bu yolculuk esnasında Lizbon’un banliyölerden geçerken futbol takımına ismini vermiş olan Benfica mahallesini de göreceksiniz. Sintra’ya vardığınızda tren garının eski merkeze yaklaşık 1 km kadar uzakta kaldığını unutmayın.

Peki ne yapılmalı Sintra’da? Eski şehir gezilmeli, Sintra kalesine çıkılmalı, Sintra pastası yenmeli.
Eski şehir tren garına 1 km uzaklıkta kalıyor. Yürüyüş için uygun bir rota, Sintra’nın sıcak yapıları arasından, ağaçların gölgesinden geçerek varıyorsunuz eski merkeze. Burada dükkanlara bakabilir, güzel balıkları tadabilir, Porto şarabı içebililir ve Lord Bryon’ın hep gittiği söylendiği barı görebilirsiniz. Sintra’nın küçük ve tatlı sokaklarında keyiflendikten sonra şimdi tepeye çıkma zamanı, muhteşem manzarasıyla Sintra kalesi sizi bekliyor. Sintra kalesine ulaşım için daha çok araçlardan yararlanılıyor. Zamanı olanlara ve çok kolay yorulmayanlaraysa tavsiyem yürümeleri yönünde olacak çünkü rota yokuşlu olsa da yeşilin kalbinden ilerlediğinizi hesaba katarsak manzara bir harika. Atmosferiyle huzur verici yokuşuyla yorucu olan rotaya kral bahçesinden geçerek başlayıp daha sonra asfalt yolu takip ederek yaklaşık 30-40 dakika içinde kaleye ulaşabilirsiniz.Otobüse gelince’ hop on hop off ‘ları kullanabilirsiniz ki bu otobüsler aynı zamanda otobüs içindeyken rehber hizmeti de veriyor. Bu hizmetin ücreti 12 ila 15 euro arasında. Diğer alternatifse beyaz otobüsler. Şehrin her yerinde durakları olan 434 numaralı otobüs sizi 5 euroya tepeye çıkaracaktır. Yalnız belirtmek gerekir ki özellikle yaz aylarında çok fazla turist çeken bu küçük şehirde, her  15 dakikada bir kalkan bu otobüslerin talebi karşılamadığı kesin. Otobüse binecekseniz tepeye kadar ayakta gitmeyi göze aldığınızı bilin. Turist sayısının nispeten az olduğu nisan ayında bile otobüs ağzına kadar doluydu, gerisini siz düşünün.

Kaleye doğru çıkan yolda dağın içine açılmış odacık tarzında göreceğiniz yapılar Araplar tarafından inşa edilmiş su kanalları. Kalenin altından dağı yararak geçen bu kanallar muazzam bir mühendislik ürünü, hayran kalmamak elde değil.

Sintra’ya değer katan en önemli unsurlardan biri Sintra Kalesi. Çeşitli bölümlere ayrılmış olan kalenin bazı kısımlarına giriş ücretsizken Pena Sarayı, kraliyet bahçesi gibi alanlara giriş için ücret ödemeniz gerekiyor.

Lord Byron'un barı



AVRUPA’NIN SONU:


Avrupa karasının en batısında bulunmak nasıl bir histir? Gün içinde belki birkaç kez Asya’dan Avrupa’ya geçen İstanbullular için çok da büyütülmeyecek bir şey olsa gerek. Doğru ama bu kadar gelmişken Cabo da Roca ‘ya yani Avrupa ana karasının bitip Atlas Okyanusu’nun başladığı en uç noktaya gidelim dedik.Sintra’dan her saat başı kalkan otobüs hınca hınç dolu. 4.10 euroya bindiğimiz otobüs bizi yaklaşık 40 dakika içinde ‘Avrupa'nın sonuna’ getirdi. Dünya düzdü ya çok gidersek bir noktadan sonra boşluğa düşecektik. İnsan bilemediği şeyden korkarmış ancak okyanusa bakınca eski zamanlardaki bu korkunun nedeni anlaşılabilir: yer yer koyulaşan yer yer açılan mavinin tonları ve dinmeyen o sonsuzluk hissi. İnsanın kendiyle kalıp düşünmesi için ideal yerlerden biri. Cabo da Roca bu özelliklerinin yanında fazlaca turistleştirilmiş. Öyle ki 11 euroya Avrupa’nın sonuna geldiğinize dair sertifika bile veriyorlar. Sadece Cabo da Roca’da değil dünyanın farklı noktalarında ana karanın sonuna gelindiğine dair üzerinde turistin isminin yazıldığı sertifikalar satılıyor. Finlandiya Lapland ya da Arjantin Ateş Toprakları da tıpkı Cabo da Roca gibi işi turizme dökmüş ve bu işten gelir elde ediyor. Bazı şeyler öneminden çok pazarlamasına göre değer kazanıyor dünyada. Bizse malesef pazarlamadaki yetersizliğimizden dolayı çok basit bir şey olan sertifika konusundan bile gelir kazanılabilecekken köprülere asılan ’Welcome to Asia’ ile yetinmişiz İstanbul’da.  

Avrupa'nın sonu anıtı


Avrupa’nın en batı ucundan Lizbon’a dönüş için ya Sintra’ya ya da Cascais şehrine doğru yol alabilirsiniz. Biz otobüs saati daha uygun olduğu için Cascais’e gidip oradan Lizbon için trene bindik. Sintra’ya giden yol şehrin banliyölerinden geçerken, Cascais-Lizbon demiryolu sahil şeridini izleyerek Belem üzerinden merkeze varıyor. Lizbon şehir merkezi için yeşil hattın başladığı Cais de Sodre durağında inebilirsiniz.
        

YEME İÇME:


Balıklarıyla, kendine has tatlılarıyla midesine düşkünler için özel bir şehir Lizbon. Balıkların daima taze ve İspanya’ya göre ucuz olduğu ülkenin milli balığının adı Bacalhau (kod balığı). Tatmadan gelmeyin derim.

Söz yeme içmeden açılmışken 1837’den beri faaliyette olan bir pastaneden bahsetsem nasıl olur? Nata, ya da diğer ismiyle Belem pastası Lizbon deyince akla gelen ilk tatlardan. Milföy hamuruna doldurulmuş kremanın tam tarifi hep saklı tutulmuş. O yüzden şehirde satılan Belem pastalarını es geçin ve ilk Nata’nızı işin piri Pasteis de Belem’de yiyin. Tabi bunun için biraz sabretmeniz gerekecek. Küçük ama bir o kadar da leziz pastalara ulaşmak için iki yol var: ya 100 metreyi aşan kuyruğa girecek ya da büyüklüğü karşısında şaşkına uğrayacağınız pastanenin içerisinde boş yer arayacaksınız. Biz şanslıydık ki bir tur attıktan sonra boş bir masa bulabildik. Değer mi canım altı üstü bir tatlı seslerini duyar gibiyim. O zaman size gerçeği söyleyeyim tüm bunları anlatınca yine ağzıma o eşsiz tat geldi. Neyse bence siz bir an önce yola koyulun ve benim yerime de bol bol yiyin bu enfes lezzetten.


Pasta veya pastane için ayrıntılı bilgi için: http://www.pasteisdebelem.pt/en.html

Sintra’nın da kendine has tatlıları var ve bunlardan en ünlüleri Queijalas de Sintra. Tatlı düşkünüyseniz kesinikle deneyin ama bizim gibi Belem’deki o enfes tadın benzerini arayanlardansanız hayal kırıklığına uğramanız muhtemel.

Daha nasıl tanıtsınlar?



FADO: ACININ ve HÜZNÜN SESİ


Lizbon’a kadar gitmişken fado dinlemeden dönmek olmazdı. Alfama’da kaleye doğru çıkan bir yolda sabah saatlerinde gördüğümüz fado için giriş ücretsiz yazısının izinde akşam 8’de yemegimizi sipariş etmek için restorana geldik. Önce yalın gitar sesine kulak verdik, sonra enstüramana sesiyle eşlik eden bir bayan ve onu takiben bir erkek fado sanatçısı sahneyi aldı. Loş ışıkta, derinlere daldıran şarkıları dinledik birer birer.

Fado nedir bilmeyenler veya bilgilerini tazelemek isteyenler için ufak bilgi kırıntıları:

Kelime kökeni Latince ‘’Fatum’’dan gelen fado kader anlamına gelmekte. 1820’ler fadonun miladı olarak görülse de kökeninin daha eskilere gittiği düşünülmekte.  Acı, hasret, hüzün ve kederin müzikle birleştiği bir söylem olan Fado halkın sesidir. Fadonun, eşlerini veya sevdiklerini deniz yolculuklarına uğurlayan, onları özlemle ve kimi zaman da ümitsizikle bekleyen Portekizli kadınların yaktığı ağıtlardan türediği söylenir. En önemli temsilcisi fadonun kraliçesi sayılan Amalia Rodrigues’dir.

Onun sesinden bir fado dinlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=ARS7Zi-Zpkw




DAHA FAZLA LİZBON:


Lizbon’un çevresinde günübirlik gidilebilecek çok yakın rotalar var. Eğer zamanınız olursa Fatıma, Nazare, Obidos bunlardan bazıları. Bizim günümüz kısıtlı olduğu için çok duyduğumuz halde buralara gidemedik.

Lizbon hakkında daha ayrıntılı bilgi için: