20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kartalların Ülkesi: Arnavutluk




ARNAVUTLUK, kısa kısa

Arnavutluk Bayrağı
Kaynak: Wikipedia
2,8 milyon nüfusuyla ilginç bir ülke Arnavutluk. Başkenti Tiran olan ülkenin ikinci büyük şehri  İyonya kıyısındaki  Durres, kuzeyin en büyük şehriyse Skodra diye anılan eski Osmanlı sancağı İşkodra.

Ülkenin %70 ini Müslümanlar %30 unu Hristiyanlar oluşturuyor; fakat ülkede Enver Hoca dönemi sonrası din, çok da uygulanmayan ama geleneksel önemi olan bir simge haline dönüşmüş. Kuzeyde Katolik, güneyde Ortodoks Hristiyanlar çoğunlukta, Müslümanlar ise ülke geneline dağılmış.

Arnavutluk Haritası
Kaynak: CIA World Factbook
Ülkede resmi dil Arnavutça. Arnavutluk’un İtalya’ya coğrafi yakınlığı Venedik döneminden beri ülkenin dilini etkilemiş.Buna, yaklaşık 500 yıllık Osmanlı egemenliğini de eklersek Arnavutça çok kültürlü bir dil olarak karşımıza çıkıyor.

Biz ne kadar Arnavutluk desek ve dünya onları Albania olarak tanısa da onlar, kendilerine kartalların ülkesi anlamına gelen Shqipërisë ismini uygun bulmuş. Geçit vermeyen dağlar ve topraklarının 3 te 1 inin ormanlarla kaplı olması bu ismin anlamını doğrular nitelikte.

Ülke para birimi lek ve 1 euro 140 lek’ e eşit; ancak çoğu yer euro da kabul ediyor.

Kısaca Arnavutluk tarihinden bahsedelim.

Antik Yunan ve Roma kaynaklarında İliryalılar olarak geçen topluluğun Balkanlardaki yerleşik ilk medeniyet olduğu kabul ediliyor. Bu medeniyet bugünkü Arnavutluk’a ek olarak Karadağ, Kosova, batı Makedonya ve kuzeydoğu Yunanistan’ını da içine alan bir alanda hüküm sürmüş. Arnavutlar ataları olarak İliryalıları kabul ediyorlar.

İlirya toprakları uzun süren bolluk ve barış döneminin ardından 7.yüzyılda kuzeybatıdan gelen Slav akımlarıyla işgale uğramış. 9.yüzyılda Bulgar Krallığı’nın güç kaybı Bizans’ın işine yaramış ancak 13. Yüzyıl Bizans gerilemesi Sırpların bu topraklara hükmetmesine neden olmuş.

İskender Bey
Kaynak: Wikipedia
Osmanlı’nın tarih sahnesine çıkışı ve 100 yıl içinde büyüyüp batıya doğru fetihlere başlamasının sonucu olarak Arnavutlukla ilk temas 1400lerin başında ülkenin güney sınırında yaşandı. 1431’e kadar ise Arnavutluk’un büyük bölümünün fethi tamamlandı ve tımar sistemi bu topraklarda uygulanmaya başlandı. Babası eski bir Arnavut Beyi olan Gjergj Kastrioti Skënderbeu (İskender Bey) 2. Murat döneminde enderuna getirilerek devşirildi. Gücü ve zekası sayesinde subaşı olarak başladığı görevine kazandığı başarıların sonucu olarak birkaç yıl içinde Debre Sancak valiliğine terfisiyle İskender, Arnavutluk’un önemli figürlerinden oldu. Osmanlı terbiyesiyle yetiştirilen ve Müslümanlaşan İskender Bey 1444’te Osmanlıya karşı ayaklandı ve Müslümanlığı bıraktığını açıkladı. Daha sonra coğrafi keşifler sırasında köleler için aldığı kararlarla eleştirilen Papa 2. Pius’un hizmetine girdi, Venedik ordusuyla beraber Osmanlıya karşı savaştı. Askeri dehası yüksek olan İskender, Fatih devrinde de Osmanlı’yı uğraştırınca daha önemi fetihlerin baltalanmasını engellemek için İskender ile bir süreliğine saldırmazlık anlaşması imzalanmıştı. 1468’te ölümünden sonra Osmanlı’ya karşı direniş kız kardeşinin öncülüğünde devam etmişse de bu çok uzun sürmemiş ve Osmanlı’nın kısa bir süre içinde bölgede tam hakimiyet kurmasıyla direniş sonuçlanmıştı.

Arnavutların büyük çoğunluğu 17.yüzyıla kadar Müslümanlığı kabul etti. Bölgedeki Osmanlı yönetimi 1912-13 Balkan Savaşı’na kadar sürdü. Büyük bir trajedi olan Balkan savaşı sonunda Arnavutluk bağımsızlığını 28 Kasım 1912’de ilan etti. Osmanlı’nın bu  bağımsızlık ilanını tanıması 2. Balkan Savaşı sonunda 1913’te imzalanan  Londra Antlaşması ile oldu. Bağımsızlık ilan eden Arnavutluk bu tarihten itibaren aşiretler arası
Enver Hoca
Kaynak: Wikipedia
savaşlar yaşadı. 1925’e kadar monarşiyle idare edilen ülke 1928’e kadar kısa süreli bir cumhuriyetin ardından 1939’daki İtalyan işgaline kadar tekrar monarşiyle yönetildi. İtalyan işgali ardından Nazizme karşı yaygınlaşan Partizan hareket 1944’te bağımsızlığını ilan etti. Bu tarihten 1985’teki ölümüne kadar yönetimde kalacak Enver Hoca, ülkeyi tam 41 yıl boyunca demir perde ile yönetti. Kurulan komünist devlet,dünyada halkından vergi almayan tek devlet olarak tarihe geçse de kişisel özgürlükler, dolaşım hakkı ve özgür düşünce bu devirde yasaklandı ya da kontrol altına alındı. 1945’te tarım reformuyla dini çevreye ait araziler zorla alındı ve köylü arasında dağıtıldı, reforma karşı çıkan Hristiyan ve Müslüman din adamlarının akıbeti işkence, hapis, sürgün ve ölüm oldu. 1967’de ateizmi ülkesinin sembolü haline getiren Enver Hoca ülkesini dünyanın ilk ateist devleti olarak ilan etti. Enver Hoca'nın 1985 yılında ölümünden sonra ülke 6 yıl daha eski rejimle yönetildi. 1991’de yapılan ilk demokratik seçimlerden sonra iktidar, yine sosyalistlerde kaldıysa da bir yıl sonra Demokrat Parti başa geçti ve ülke bir değişim sürecinin içine vakumlandı.

2009 NATO üyesi olan ülkenin şimdilerdeyse en büyük hedefi Avrupa Birliği’ne üye olmak.


KARADAĞ’DAN ARNAVUTLUK’ A

Budva’da başlayan yolculuk Tiran’a kadar hayli yorucu olacaktı. Budva’dan atladığımız otobüs bizi Karadağ’ın güneydeki son kenti olan Ulcinj ‘e kadar götürecek oradan sınırı aşıp İşkodra'ya ve taşıt değiştirip nihayet Tiran’a varacaktık.

Balkan yolları plan sevmez ve dakik değildir. Ulcinj’e vardığımızda İşkodra’ya giden son otobüsü de kaçırdığımızı öğrendik ama sakinliğimizi koruduk zira Balkanlar stresi kaldıracak yer değil. Çokça kullanılan bir yöntem olan taksiyle sınırı geçmek için 2 kişi daha bulduk.Şimdi 4 kişi olmuştuk ve bindiğimiz taksi için İşkodra’ya kadar kişi başı 10 Euro ödeyecektik. Yol arkadaşlarımız Hollandalı bir çocuk ve Alman bir kızdı. 

Pasaport kontrolü için yaklaşık on dakika bekledikten sonra Arnavutluk’un tek şeritli yollarında yolculuğa devam ettik. Manzaralar Anadolu’nun ücra köşesindeki bir kasabadakinden farksızdı: cami minareleri, sıvası dökülen yapılar, yolda gezinen çocuklar. Arnavutlukla ilgili ilk izlenimim fakirlikti fakat ülkeden ayrılırken madalyonun öteki yüzünün aşırı zenginlik olduğunu fark ettim. Ve tabi ki bu tabloyu anlamak çok da güç değildi: yeni kapitalleşen ülke beraberinde eşit dağılmamış bir gelir tablosu ortaya çıkartmıştı.

İşkodra’ya vardığımızda taksicimiz Osman Ağa bizi Tiran'a götürecek kırmızı bir furgonun yanına bıraktı. Furgonu şehirlerarası dolmuş olarak düşünebilirsiniz, farklı renklerde epeyce eski bu dolmuşlar şehirlerarası ulaşımda en sık kullanılan araçlar. 1970 lerden kalma kırmızı furgon şoförüne bizi Tirana götürmesi için kişi başı 5 Euro ödedik. İşkodra’dan başlayan yolculuk 2-3 saat arası sürdü; seyahat arkadaşlarımız ülkenin kuzeyindeki havaalanında indikten sonra biz yolumuza devam ettik. Ta ki Tiran’da bir sokak başında indirilene kadar, oysaki şoföre o kadar da Skenderbeg demiştik. E furgon şoförü bu sağı solu belli olmaz. Daha sonra öğrendik ki ülkede şehirlerarası bir otobüs istasyonu olmadığından yolcular herhangi bir sokak başında indiriliyormuş. Şoföre Skenderbeg deyince ise bize eliyle dümdüz git yaptı ama maalesef burada ‘prava’ yı duyamadık, Arnavutça eski Yugoslav ülkelerinin kullandığı dilden tamamen farklı bir dil. Dümdüz gitmeye başladık ve yaklaşık 10 dakika yürüdükten sonra bir bilene daha soralım deyip 2 askeri çevirdik yoldan. İngilizce konuşan birine rast gelmek samanlıkta iğne bulmaya eş değer olduğundan kalacağımız hostelin yerini de sorduk askerlere. Sağolsunlar, bizi İskender Bey heykeline kadar götürdüler oradan sonrasını da tarif ettiler. Biz meydana doğru ilerlerken dört bir köşede sallanan logolu bayrakları fark ettim ve bundan ötürü yakın bir tarihte seçim olup olmadığını sordum askerlere. 2 gün sonra halkın sandığa gideceğini öğrendim. Şu anki hükümetten ve biraz da eskilerden birkaç soru sordum askerlere derken yolun sonuna geldik, bizimle konuşan askere teşekkür ettik ama bizi bırakırken sorduğum sorular gerekçesiyle olacak  ‘enjoy if you are here for a vacation’ yani; eğer tatil için buradaysanız tadını çıkartın dedi. Milli müzede bir Türkle tanışana kadar bu söz bana gayet normal gelmişti. Müzedeki Türk fotoğraf çekmeyi seven, not alan sakallı bıyıklı iri cüsseli bir gezgindi ve tek başına yolculuk yapıyordu. Seçimden önceki mitingler sırasında dışarıda gezinirken ilginç bulduğu yapıları çektiğini ve bu sırada da küçük bir grubun ona bağırarak yaklaştığını söyledi. Gezgin ben de selamın aleyküm dedim, Türk olduğumu anladılar ve ortam yumuşadı ama öncesinde beni ajan zannettiler dedi. Bunun üstüne askerin sözünde bir ima olduğunu sezdim. Enver Hoca döneminde yaklaşık 50 yıl kapalı kutu gibi yaşayan ülke halkı, sistemin devrilmesinden sonra geçen 21 yılda hala turist görmeye alışamamış anlaşılan.



Tipik bir Arnavutluk manzarası

Hostele doğru geçerken, fakirliği yine belleğimize kazıdık. Uzun ve lüks Tirana International Hotel’in gölgesindeki araba yıkayıcıları, dilenciler, çöp karıştıran Romanlar, Arnavutluk’un apaçık bir resmiydi. Yürürken bir adam çantalarımızı görünce buralı olmadığımızı anlayıp bize bağırdı ‘Hostel Oresti’. Kalacağımız yer Villa Oresti diye geçiyordu ama hostelin sitesinde resepsiyonları olmadığı ve Freddy’s adlı bir hostelin resepsiyonunu ortaklaşa kullandıkları yazıyordu. Adama nazikçe hayır deyip Freddy’e doğru yürüdük ama İngilizcesi olmayan bu adam bizi ısrarla takip etti. Freddy’s hostele varınca resepsiyonda derdimizi anlatmaya çalıştıksa da reserpsiyonistin İngilizce bilmemesi tam bir hayal kırıklığıydı.Daha sonra Hostel Oresti kartı taşıyan adamın oğlu olduğunu anladığımız birini aradılar ve onunla konuşup babasının Villa Oresti’ye kadar eşlik edeceği üzerine anlaştık.

İskender Bey Meydanı'na 5 dakika yürüme mesafesinde yer alan içinde banyosu, televizyonu bulunan ve otel odalarını aratmayan iki kişilik odaya ödediğimiz 10 Eurodan sonra eşyalarımızı bırakıp kendimizi şehre atıyoruz.



TİRAN’I KEŞFETMEK

Acayip bir ülkenin acayip başkenti burası. Acayip bir başkent çünkü arada kalmışlık, çarpıklık, korku, güven, fakirlik, zenginlik hepsi de bu şehrin simgeleri. Ve tabi ki demokrasiye olan o saf inanç…


MÜZELER VE GEZİLECEK YERLER:

Caminin içinden
Ethem Bey Camii: 1614’te Osmanlı valisi olarak atanan Süleyman Paşa (Sulejman Bargjini) Tiran şehrini kurduktan sonra soyundan gelen kişiler şehrin Müslümanlaşması için çalışmalara devam ederler. Tiran’daki bu şirin camiyi ise Süleyman Paşa’nın alt kuşak torunlarından Hacı Ethem Bey 1823’te bitirir. Enver Hoca döneminde kapalı olan cami, 1991’de halkın ayaklanması ve camiye girmesiyle açılır ve o gün, Arnavutluk tarihinde dine olan baskının yıkılmaya başladığı gün olarak değerlendirilir.

Saat kulesi ve Ethem Bey cami
Kaynak: Wikipedia

Saat Kulesi: Ethem Bey caminin yanında uzanan yapı yine Osmanlı’nın şehre armağanı. Kule; salı, perşembe, cuma günleri kapalı.

Milli Tarih Müzesi: Tiran’da ziyaret ettiğimiz tek müze. Gerçekten de görülmesi gereken bir yer. İskender Bey heykelinin kuzey tarafında kalan müze, partizan direnişini anlatan dış duvar resmiyle hemen ilginizi çekecektir. Arnavutlar adlı bu eser, devrimden sonra da korunmuş fakat resimdeki komünist devletin bayrağındaki yıldızın silinmiş biçimiyle.

M.Ö. 2600ile başlayan Arnavut tarihi ayrıntılı biçimde ve seçilen ilgi çekici objelerle 1944’e kadar anlatılıyor.
Arnavutluk bağımsız gününden
Milli Tarih Müzesi
1944’te Enver Hoca ile başlayan komünist dönem ise adeta yaşanmamış gibi, ona ait hiç bir şey ne bir resim ne de bir yazı yer alıyor müzede. Mustafa Balbay ‘ın 1998’de yazmış olduğu Balkanlar adlı gezi ve inceleme kitabında da aynı manzaradan bahsediliyor. Üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen aynı sözler tekrarlanıyor: Enver Hoca dönemi hala düzenlenme aşamasında. Tarih, iyisiyle kötüsüyle aktarılmalıdır; ne kadar zulüm de görülmüş olsa ne kadar acı da yaşansa bir devir yokmuş gibi gösterilemez ya da silinemez. Arnavutluk bunu bir gün öğrenecek ama o güne kadar iş işten geçmiş olabilir.

Müzede itina ve ayrıntıyla hazırlanmış Arnavutça açıklamaların yanında özet İngilizce betimlemelere de yer verilmiş. İngilizce yazılar size Arnavutluk’un tarihiyle ilgili genel bir bilgi verse de ayrıntılı bir açıklama için turla gezi şart. Ya da benim Alman turist kafilesinin arkasına takıldığım gibi dilini anladığınız bir grubun rehberini dinleyin. Alman grup benim onlarla beraber gezdiğimi görünce bana çok sıcak davrandı nerede ve nasıl Almanca öğrendiğimi sordular. Eminim siz de benzer olaylarla karşılaşırsınız.

Pazartesi hariç 10.00 – 17.00 arası açık olan müzeye giriş ücreti 100 Lek.



İskender Bey meydanı ve Milli Tarih Müzesi

Blokku: Enver Paşa döneminde halkın girişinin mümkün olmadığı, politbüro ve üst düzey görevlilerin yaşam alanı olan meydanlar bugün gençlerin uğrak noktası. Birçok kafe ve gece kulübü caddeye ve sokak aralarına yayılmış.

Murat Toptani Sokağı: Yeni restore edilen ve sadece yayalara açık olan sokak birçok kafe ve restorana ev sahipliği yapıyor. Blloku kadar canlı olmasa da 2 katlı bir kafede bir fincan Türk kahvesi içmenin vereceği rahatlık farklı bir duygu.

Piramit
Piramit (Uluslararası Kültür Merkezi):  1987’de Enver Hoca’nın kızı tarafından babasına anı müzesi olma amacıyla tasarlanan yapı, devrimden sonra çok farklı amaçlar için kullanılmış. ABD Başkanı Bush, ülkeye geldiğinde Arnavut ve Amerikan bayraklarıyla süslenen yapı Bush’un konuşmasına ev sahipliği yapmış. Daha sonra gece kulübü olarak da kullanılan yapı bugün bir harabeyi andırıyor. İlk bakan gözün onu camları kırılmış eski bir geometrik taş yığınından başka bir tanıma oturtması güç. Belki de piramidin başına gelenler, yeni rejimin eskisinden aldığı bir intikam.

Piramit, komünizm döneminde dikilmiş en masraflı yapı olma özelliğini taşıyor.

Enver Hoca’nın Evi: Blloku içerisinde yer alan bina, sanılanın aksine 2 katlı ve çokça mütevazı. Komünist dönemde halkın giremediği bir bölge olan Blloku’da konumlanmış bina, 1960 mimarisiyle tasarlanmış.


YEME İÇME:

500 yıllık Osmanlı hakimiyeti her alanda olduğu gibi mutfağına da yansımış Arnavutluk’un. Ancak sadece biz etkilememişiz onları, onlar da yemeklerimize adlarıyla iz bırakmışlar. Hepimizin bildiği Arnavut ciğerinin yanı sıra Elbasan Tava ismini Arnavutluk’un Elbasan şehrinden almış.

Arnavutluk böreği Balkanlarda yediğim en güzel börekti. Üçgen biçimdeki börek çeşitleri şöyle: peynirli, etli, ıspanaklı, soğanlı domatesli. Siz siz olun soğanlı domatesli böreği yemeden gelmeyin, tadı hala damağımda. Börek için fırın söylenir mi derseniz ben söyleyeceğim çünkü yeni çıkmış böreğin o lezzeti paha biçilemez. Tirana International Hotel arkasındaki sokakta Freddy’s hostele giden yolda 100 metre sonra solda araç yolunun hemen altında kalıyor bizim efsane fırın.

Boza, Arnavutların da ürettiği ve çokça da sahiplendiği bir içecek öyle ki dünyadaki en iyi bozayı kendilerinin imal ettiğini söylüyorlar, gülüp geçiyorum.

Beyaz peynir bu ülkede de sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi.

Arnavutluk’un milli içkisi rakı. Ama sakın ha bizim rakıdan sanmayın zira balkanların rakiyası burada oluyor rakı. Rakija tüm balkan coğrafyasının milli içkisi. Ceviz, böğürtlen hangi aroma ararsanız var rakijalarda. Türk rakısı ve Yunan uzosundan farkı rakiya’nın üzümden, erikten ya da az olsa da daha farklı mevyelerden; rakı ve uzonun ise anasondan yapılıyor olması. Arnavutluk’lar ise özellikle böğürtlen ve erikli rakılarındaki o tattan, iftiharla bahsediyorlar.

Siyah Korça birası serinlemek için lezzetli bir alternatif. Sarı Korça’da barlarda ve marketlerde mevcut fakat ben siyahının tadını aldıktan sonra sarıya gerek olmadığını düşündüm.


GECE HAYATI VE EĞLENCE:

Bu ülkeye gelmeden önce canlı bir gece hayatı olduğunu duymuştuk ama yol yorgunluğu sebebiyle gece kulübünden ziyade mekana oturup bir şeyler içmeyi tercih ettik. Bllokuda kısa bir yürüyüşten sonra bir mekan kestirdik gözümüze fakat dam sorunuyla karşılaştık. Ben nerdeyim dedim ve kendimi tutamayıp bu saçmalığa güldüm. Cadde üzerindeki bu mekandan sonra Buda heykeliyle dikkatimizi çeken geniş bahçeli hoş bir mekana attık kendimizi, ikişer bira içtikten sonra yol yorgunluğunun da vermiş olduğu dinlenme arzusuyla kaldığımız otele doğru yola çıktık. Dönüş yolundaysa yaşadığımız dam olayının da etkisiyle gece hayatı ne kadar da iyi olabilir diye konuştuk aramızda hele ki Belgrad gecelerini gördükten sonra.


ARNAVUTLUK’TAN KISA NOTLAR

21 YILLIK BALAYI
Arnavutluk, Enver Hoca döneminde çok zor günler yaşamış. Özgürlüğü kısıtlanan halk, rejim değişikliğinden sonra 21 yıldır bir balayı havasında. Bu balayı ne kadar sürer bilinmez ama mutsuzluklar, acılar başlamış bile. Fakirlik ülkede diz boyu ve zenginlik de bir o kadar odak noktası arada ise kocaman bir uçurum: bir yanda çöp karıştıranlar öteki tarafta kaldırımı olmayan yollarda hız yapan Porsche’ler.

Arnavut halkı balayında dedik ya bir acayip balayı bu. O kadar uzun sürmüş ki balayı 21 sene olmuş ama balayından sonraki hayatı düşünen yok. Sokakları, taşrayı ya da yeni yapılan bir binanın üzerini süsleyen ABD ve AB bayrakları, balayında edinilen yakın arkadaşlıkların bir simgesi. Bunun yanında küçük kardeş Kosova, uzak akraba Bosna ve eşlerin birinin sevip diğerinin öyle pek de hoşlanmadığı çok eski tanıdık Türkiye bayrakları balayının öteki simgeleri.

YOKSA SENİN BİR MERCEDES’İN YOK MU?
sudan ucuz mercedes
Bir Arnavut’un en büyük oyuncağı bir Mercedes’tir. Ne alaka derseniz bu ülkede Mercedes sudan ucuz, e hal böyle olunca Mercedes halkın oyuncağı olmuş bir anda. Hadi ama Mercedes bu nasıl ucuz olur derseniz şöyle anlatayım; bu bir oyun ve oyunda bizim bildiğimizin aksine üç kazanan var: eski Mercedes sahibi İtalyan, aracılık rolünü üstlenen İtalyan ve Arnavut mafyaları, Mercedes’e binmek isteyen masum Arnavut. İtalyan mafyasıyla Arnavut mafyası arasındaki usta-çırak ilişkisi Arnavutların ucuz Mercedes sahibi olmak istemeleriyle farklı bir boyut kazanmış. İtalyan mafyası eski Mercedes sahibi İtalyanlarla anlaşıp onların arabalarını çalmış (!) , çalınan arabalar Arnavut mafyası tarafımdan teslim alınıp Mercedes sahibi olmak isteyen masum Arnavut’a çok uygun bir fiyata satılmış. Arabası çalınan İtalyan yana yakıla sigorta şirketinden çalınan arabasının parasını tahsil etmiş ve bir de mafyadan aldığı meblağı. İtalyan ve Arnavut mafyalar çal-sat işinden komisyon kazanmış, masum Arnavut’un ise ucuza Mercedes’i olmuş. Bakmışlar ki bu işten herkes faydalanıyor yıllarca devam etmişler, belki de hala devam ediyordur. İşler böyle gelişince sokaklarda bir Mercedes bolluğu olmuş, o kadar ki kendinizi Almanya’da hissettirebilecek ayarlamalar yapılmış, taksilerin Mercedes olması gibi.

ULAŞIM AH ULAŞIM
Ülkede ulaşım en büyük problem. Tek şeritli ve tehlikeli yollara bir de eski otobüsler ya da minibüsleri
furgondaki yolculuk
ekleyince durum, yolcu için çekilmez derecelere varabiliyor. Ama bu otobüs yerine tren kullanmanız anlamına gelmiyor zira 35 kmlik Elbasan - Tiran arasını tren kullandığınız takdirde 4 saatte almanız içten bile değil. Furgon denen şehirler arası dolmuşlar ulaşımda en kilit araç. Bu araçlar genellikle küçük işletmeler ya da kişilerce işletiliyor. Turist olduğunuz anlaşılınca fiyat bir anda artıyor, unutmayın ki bu ülkede fiyatın 1 Euro bile oynaması hizmetin pahalılığını Türkiye’ye kıyasla çok daha fazla arttırıyor. Kısacası furgonlara binmeden önce pazarlık yapıp fiyat üzerinde anlaşın ve bunu yaparken de  gideceğiniz yeri birkaç kez tekrar edin.

TURİST OFİSİ
Wikitravel’da başkent Tiran’daki Milli Müze’nin arka tarafında yeni açıldığı belirtilen turist bilgi merkezini yaklaşık 20 dakika aradık ama ne çare bulamadık. Burayı İngilizce bilen bilmeyen yerlilere sorduk ama kimse bir turist bilgi merkezinin olduğundan haberdar değil ya da gerçekten öyle bir yer yok.  

ARNAVUTLAR VE TÜRKLER
Arnavutluk tarihindeki pek çok önemli ismin Osmanlı ile derin bir diyalogu olmuş. Osmanlı enderunundan yetiştikten sonra yine Osmanlı’ya karşı ayaklanan İskender Bey’in yanında Arnavutluk rönesansında büyük rol oynayan Fraşereli kardeşler derin bilgi birikimlerine İstanbul’da ulaşmışlar. Türkler için önemi büyük olan ve ilk Türkçe roman Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, ilk Türkçe ansiklopedi Kamus-ül Alam'ın ve modern anlamdaki ilk geniş kapsamlı Türkçe sözlük olan Kamus-ı Türkî'nin yazarı Şemseddin Sami, Semseddin Frashëri adıyla anıldığı Arnavutluk’ta milli kahraman. Osmanlı’nın son döneminde gerçekleşen Anavutluk rönesansında Fraşereli kardeşlerin katkıları yadsınamaz. Şemseddin Sami dışında ağabeyi Abdül Bey ilk Arnavut alfabesini geliştirirken, kardeşi Naim ise Arnavut milli şiirinin kuruculuğu unvanını almış. Fraşherilerin bir diğer önemli ismiyse Galatasaray’ın kurucusu Şemseddin Sami oğlu Ali Sami Yen’dir.

Arnavutlar, Osmanlı döneminde sevilen bir teba olup birçok Arnavut ülke yönetiminde üst düzey makamlarda bulunmuş. Hatta öyle ki Osmanlı’nın 215 sadrazamından 32’si Arnavut kökenlilerden seçilmiş. Bu sayı ise Arnavutları, teba arasında en fazla sadrazamlıkla ödüllendirilen etnik grup haline getirmiş. Köprülü ailesi ve Damat Ferit Paşa en tanınan Arnavut asıllı Osmanlı sadrazamlarından.


İŞİNİZE YARAYACAK BİRKAÇ KELİME:

PO: evet
JO: hayır
TUNG : merhaba
FALEMINDERIT: teşekkürler
JU LUTEM : lütfen
ME FALNI : üzgünüm
SHENDET: güle güle
HAJDUT: hırsız



DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN:



Bir sonraki durak: MAKEDONYA
OHRİD: Balkanların cennet gölü
MANASTIR: Atatürk’ün izinde Osmanlı’dan kalanlar ve bugün
RESNE: Bir İttihatçı'yı anlamak: Ahmet Niyazi Bey
ÜSKÜP: Diren Osmanlı


Burak Yazar

20.07.2013

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Adriyatik’in yeni turizm cenneti: Karadağ



KARADAĞ, kısa kısa

625 binlik nüfusuyla Karadağ, Balkanların en küçük ülkesi. Başkenti Podgorica olan ülke, Türklere 90 günü aşmayan gezileri için vize uygulamıyor. Ülke para birimi Euro.


Karadağ Bayrağı
Kaynak: Wikipedia
Karadağ ismi bölgeye, orta çağda kontrolü altında kaldığı Venedik’in etkisiyle yerleşmiş.  Crna Gora (Karadağ),Yugoslavya döneminde Hırvatistan sahillerine ek olarak ülkenin en önemli turizm noktalarından biri olmuş. Yugoslavya’nın dağılmasıyla beraber ekonomisi darbe yiyen ülke, 2000’lerden itibaren Adriyatik turizminde tekrar söz sahibi olmaya başlamış. Ev sahipliği yaptığı 295 kmlik Adriyatik kıyı şeridinin 72 kmsini oluşturan sahiller ülkenin göz bebeği. Başlıca turizm noktaları Kotor Körfezi içinde yer alan; Kotor, Perast kentleri ile Adriyatik kıyısında bulunan Budva ve kuzeyde dağların çevrelediği  Durmitor Milli Parkı. 


Kısaca Karadağ tarihinden bahsedelim.

Karadağ haritası
Kaynak: Wikipedia
1499’a kadar Balkanlarda süregelen son monarşi olmayı başaran ülke, bu tarihten itibaren Osmanlı yönetimine girmiş ve İşkodra sancağına bağlanmışsa da yine Osmanlı yönetimi altında 1514-1528 ve 1597-1614 yılları arası farklı bir statüyle özerk sancak muamelesi görmüştür. 1852’de Osmanlı’ya karşı bağımsızlığını ilan eden Karadağ’ın Osmanlı tarafından tanınışı, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sonrası imzalanan Berlin Antlaşması ile olmuştur. 1916’ya kadar krallıkla yönetilen ülke, 1. Dünya Savaşı sonuna kadar Avusturya işgaline maruz kalmıştır. 1922’de savaştan sonra kurulan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığına dahil olduysa da, 2. Dünya Savaşı sırasında 1941 yılında Mussolini birlikleri tarafından işgal edilmiştir. İtalya’nın işgaline rağmen 1944’e kadar Karadağ Krallığı olarak anılan topraklar, Alman birliklerinin ülkeyi terk etmeleriyle birlikte partizanların yönetimine geçmiş ve Yugoslav Sosyalist Federe Devleti’nin bir parçası olmuştur.Yugoslavya Federasyonu’ nu oluşturan altı devletten biri olan Karadağ, federasyonun dağılmasının  sonucu, 1992’de bir referandum düzenleyerek kaderini tayin etmiştir. Müslüman, Katolik ve bağımsızlık yanlılarınca boykot edilen referanduma katılım % 66 ile sınırlı olsa da oylamada çıkan %96 lık sonuçla, ülke  federasyon üyesi olmaya devam etmiştir. 1991-1995 arasında patlak veren Hırvat-Sırp ve Boşnak-Sırp savaşlarında, Karadağ güçleri Sırp ordularının yanında savaşa dahil olmuşlardır. 2002’da federasyon içinde imzalan anlaşmalar esnek bir federasyon öngördüğünden adı Yugoslavya Federasyonu olan ülkenin ismi Sırbistan ve Karadağ olarak değiştirilmiştir.Bu değişiklikle çalmaya başlayan ayrılık çanları, 2006’da düzenlenen referandumla  yeterli olan %55 lik oranın %0.5 aşılarak %55.5 yüzdenin sağlanmasıyla susmuştur.  

Bugün ülke NATO ve AB üyelik yolunda ilerlemekte.




KOTOR:



SARAYBOSNA-KOTOR ARASI

Saraybosna’da başlayan gün, 10 saatlik yolculuk sonrası nihayet Kotor’da sona erecekti. 10 saatlik yolculuğa ek 3 otobüs değiştirmek zorunda kalmamız bizi fazlasıyla yormuştu. İlk iş bir hostel bulmaktı ve sonra internette rast geldiğimiz bu harika şehri keşfetmeye başlayacaktık. Saraybosna’dan sonra konaklayacağımız hiçbir yer belli değildi, 14 gecelik bir turun sadece 5 gecesi ayarlanmış gerisi yolda planlanacak şekilde bırakılmıştı. Başka bir ülkede plansız bir gezi göz korkutsa da, yolda tanışılan insanların  planlarınıza dahil olmasıyla geziniz o kadar keyifli bir hal alıyor ki. Kotor’da da bu böyle oldu; otobüs istasyonuna indiğimizde elimizde nereye gideceğimize dair ne bir harita ne de bir adres vardı. 

Balkanların en büyük handikapı İngilizce bilen sayısının çok az olmasıydı o yüzden konuşabildiğimiz her kişi bizim için altın değerindeydi. İstasyonda tanıştığımız İspanyol bir kıza nerede kalabileceğimizi sorunca, bize eski şehir içindeki Old Town Hostel’ de konaklamamızı önerdi ve şehrin en yüksek noktasına çıkıp manzarayı izlememizi tembih etti. Aynı otobüste yolculuk ettiğimiz Portekizli bir karı kocayla şehirde ne yapacaklarını, nerede kalacaklarını  konuştuk ancak onlar da yeni vardıkları bu şehirde ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Onlara eski şehir yolunda eşlik ettik ve Gezi Parkı olaylarıyla ilgili sorularını cevapladık. Güzel sohbetin ardından yanlarından ayrıldık. 

Hosteli dar sokaklar arasında kaybola kaybola nihayet bulduk, bulduk ama acaba boş yerleri var mıydı? O gece için yerleri olmadığını söyledikten sonra bize şehrin iki hostelinden diğeri olan Montenegro Hostel’in yerini tarif ettiler. Yolda yürürken, burda da yer bulamazsak senaryoları geçiyordu aklımdan; nitekim burda da tüm odalar doluydu ancak hostelde görevli olan Enis, bize kişi başı 15 euroya bir apartman dairesi önerdi. 8 ve 6 kişilik odaların kişi başı fiyatının vergilerle birlikte 13 euroya denk geldiğini öğrenince apartman dairesini seve seve kabul ettik. 

Yolda hiç tanımadığımız insanların katkılarıyla oluşturduğumuz bu plan bizi şehrin ortasında ucuza kiralanan bir apartman dairesinde yatırdı. Ucuza diyorum çünkü ertesi gün eski şehrin sokağında karşılaştığımız Portekizli çift, şehrin dışındaki bir apartman dairesine 50 euro verdiğini söyledi, onları üzmemek için kaldığımız fiyattan hiç söz etmedik.


KOTOR’U KEŞFETMEK


Kotor, büyük şehrin temposundan sıkılanlar ve deniz kum güneş üçlüsüne alternatif bir tatil arayanlar için tam anlamıyla bir cennet. Dar sokakları, Venedik mimarisi yapıları, kiliseleri ve şehri sarmalayan o harika deniziyle bu şehir Adriyatik’in parlayan turist merkezlerinden biri.  Bu nedenledir ki şehirde duymadığımız dil kalmadı ve tabi ki Türkler yine buradaydı. 

Venedik Kalesi
Adriyatik gemi turları son yıllarda giderek daha da popülerleşiyor, Türkler de bu trende uyum sağlıyorlar. O gün şehre yine büyük bir gemiyle gelen Türk kafilesine eski şehirde rast geldim ve turlarına 10 dakika kadar dahil oldum. Daha önce yapılarının tarihi hakkında çok da düşünmediğim Kotor hakkında bu turla farklı bilgilere ulaştım. 

Tepelerden manzara
Kaynak: tripadvisor
Kotor’da eski şehir içindeki gezilecek görülecek yerler şöyle: St Tryphon's Katedrali,  St Nicolas Kilisesi,Denizcilik Müzesi. Ama buraları içine girip de saatlerinizi alacak yapılar olarak düşünmeyin, zaten Kotor’a bunun için geldiyseniz yanılmışsınız. Siz tarihi, müzeyi, kiliseyi bir yana bırakın ve büyük şehrin yorgunluğundan arının. Bunu da eski şehrin huzur verici mekanlarında harika bir müzik eşliğinde yemek yiyerek, bir şeyler içerek ya da dibini seyre dalarken kulaç atmayı unutabileceğiniz masmavi denizde yapabilirsiniz.

Ara sokaklar
Eğer Kotor körfezini tepeden görmek isterseniz, yaklaşık bir saatinizi 1350 basamaklı bir yolculuğa  ayırın ve harika manzarayı şehrin tepesindeki kaleden seyredin. Eski şehirden başlayacağınız tırmanışın ücreti 3 euro.

Kotor harika bir denize sahip olsa da Türkiye’den alışkın olduğumuz ince kumlu plajlar burada yerini taşlara bırakıyor. Bu taşlar deniz başladığında kendini daha büyük taşlar ya da kayalara teslim ediyor ki bu denize kıyıdan girmeyi tehlikeli bir hale sokuyor. İskeleden suya atlamak en kesin çözüm, yoksa benim gibi ayağınızı kesebilir ve birkaç gün acısına katlanmak zorunda kalabilirsiniz.






BUDVA


Kotor - Budva arası ve her 20 dakikada bir kalkan minibüslerle ortalama yarım saat sürüyor ve bagaj hariç yolculuk ücreti 3 euro. (bagaja vereceğiniz her bir çanta için 50 centlik bir ücret alınıyor) Kotor’da otobüs istasyonunda başlayan yolculuk, Budva’da şöforün sesiyle sona eriyor.

İngilizce konuşan birini bulmak çok zor olduğundan gide gele birkaç kelime öğrendiğim ya da öyle sandığım balkanlarda yoldan birini çevirip şehir merkezi için ‘centar’ diye sordum. Sırbistan’dan itibaren yol sorduğum kişilerin tariflerinden sonra yolu anladığım için bana bravo dediklerini düşündüğüm ‘prava’ yı yine laf arasında duydum. Siz siz olun benim yaptığım gibi yolu anladığınız için sizi tebrik ettiklerini düşünmeyin.Birkaç kişinin beni ‘tebrik etmesinden sonra’ el hareketlerinden ‘prava’ nın dümdüz git olduğunu çözmem, aklıma geldikçe hala tebessüm etmeme sebep güzel bir anı.

Eğer Budva’ya bizim yaptığımız gibi Kotor’dan gelirseniz, otobüsün sizi bıraktığı yerden merkez yani eski şehir için önce sağa, ordan 500 metre ilerledikten sonra tekrar sağa ve ‘prava’ gidin, ta ki eski şehrin kalelerini görene kadar.

Budva’da konakladığımız yeri Montenegro Hostel’de tanıştığımız Enis ayarladı ama bu sefer patronunun Budva’daki hostelini arayarak. Montenegro Hostel, Kotor, Budva ve Podgorica’da hizmet gösteriyor. 8 kişilik oda Kotor’da vergiler dahil 12 euro iken, Budva’da  13 euro. Temiz ve konumu itibariyle merkezi bir yerde, Karadağ’da hostelde kalmayı planlıyorsanız aklınızda bulunsun.

Budva panoroma


BUDVA’YI KEŞFETMEK

Budva, Karadağ’ın en önemli yaz turizm merkezlerinden biri. Birçok yabancı turiste de ev sahipliği yapan şehir çılgın gece hayatıyla ünlü. Gece kulüplerinin ünü tüm balkanlara yayılmış, ancak siz sakin bir gece geçirmekten yanaysanız eski şehir çevresinde ve içinde çok güzel kafe-barlar bulunuyor.


Budva deniz-kum-güneş için ideal bir şehir. Eski şehirden yürüme mesafesiyle 1 dakika uzaklıktaki Morgen Sahilli turistlerin uğrak noktası. Bunun dışında eski kale duvarının hemen bitiminde başlayan küçük sahil de halka açık ve yerler kumla yumuşatılmış, yalnız kum sizi aldatmasın. Denizde 10 metre açıldıktan sonra 2 metreye yaklaşan derinlik güvenle yüzebileceğiniz ve karşınıza bir kaya çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Karadağ sahillerindeki en büyük sorun olan kayalık araziyle zaman kaybetmemek tertemiz, masmavi denizin keyfini çıkartmak için en ideal yol iskele kullanmak.

Rehberlerde yer alan fakat Budva için gitmeye değer bulmadığım birkaç gezi noktasını buraya yazıyorum, gidip gitmemek size kalmış. Holy Trinity Kilisesi, Saint Sava Kilisesi, Saint John Kilisesi, Arkeoloji Müzesi.


Budva’yı anlatıp da yanı başındaki Sveti Stefan’dan bahsetmeden olmaz.

Sveti Stefan adası ve sahiller
Kaynak: tripadvisor
1954’te Yugoslav dönemiyle otellere tahsis edilen ada, bugün Singapur menşeli lüks otel grubu Amanresorts’un kontrolü altında. Öyle ki; eğer otel müşterisi değilseniz ya da adaya rezervasyonu yapılmış bir öğle ya da akşam yemeği için gelmediyseniz girişiniz mümkün değil.  Ancak adayla kara arasındaki kuzey ve güney sahillerini kullanabilirsiniz fakat bunu da ücretsiz sanmayın; kuzey sahilinin giriş ücreti 2012’de 50 euro olarak belirtilmiş. Sadece sahile giriş için 50 euro ücret istenildiği adadaki Aman otelinin fiyatlarını merak edip araştırdım ve gecelik konaklamanın 910 Eurodan başladığını öğrendim, gerisini siz düşünün.

Balkanlarda aklınıza gelebilecek her şeyin Türklerle uzaktan ya da yakından bir ilişkisi vardır. Bu yargı Karadağ’ın dünya zenginlerini ağırlayan ada-şehri Sveti Stefan’da da değişikliğe uğramadı. 15.yy da Adriyatik kıyıları Türk akınlarıyla sarsılırken, Kotor Koyu fethedilmesi en güç bölgelerden biri olmuştu. Bunda, koyun coğrafi yapısı ve dağlardan inen eşkiyaların direnişi neden olmuştu. Türk donanması Kotor’a vardığında yine bir eşkiya güruhu olan Pastroviçler, Türklerin mağlubiyetinde etkin rol oynamışlar. Türkler bir süreliğine de olsa pes edip geri döndüklerinde Pastroviçler , bugün Sveti Stefan olarak anılan yerde bulunan adaya taş duvarlar inşa ederek koyu olası saldırılara karşı koruma görevini üstlenmişler. Pastroviçler’in bu yardımına karşılık kilise onları onurlandırmış ve koruyuculuğuna, Saint Stefan adlı rahibi atamış. Kentin koruyucusu olan Saint Stefan bu tarihten itibaren adayla özdeşleştirilmiş ve ismini adaya vermiş.



YEME İÇME


Karadağ, Adriyatik denizinin kıyısında bir ülke olarak zengin bir deniz kültürüne sahip, restoranlarda birçok farklı ürün tadabilirsiniz.Bunun yanında domuz eti ülkede çok sık tüketiliyor, fakat bazı restoranlar ürünlerinde sadece kuzu ve sığır eti kullanıyor. Eğer domuz eti yemiyorsanız, tüm balkanlarda geçerli anahtar kelime ‘bez svinsko’ yani domuz eti içermeyen.

Rakija(rakiya) tüm balkan coğrafyasının milli içkisi. Ceviz, böğürtlen hangi aroma ararsanız var rakijalarda. Türk rakısı ve Yunan uzosundan farkı rakiya’nın üzümden, erikten ya da az olsa da daha farklı mevyelerden; rakı ve uzonun ise anasondan yapılıyor olması.




GECE HAYATI


BUDVA

Karadağ sahillerinden özelikle Budva, yabancı turist sayısıyla da orantılı olarak canlı bir gece hayatına ev sahipliği yapıyor. Yalnız aklınızda bulunsun bu ülkede sezon haziran sonunda başlıyor; yani mayıs ve haziran başlarında o çok ünlü gece hayatını tadamadan eve dönebilirsiniz.

Trocadero, Miracle Lounge şehirde bulunan en ünlü gece külüplerinden.

İçkinizi yudumlayacağınız sakin bir yer arıyorsanız, şehrin içindeki kafeler ideal. Bunların yanında iskeleye gidip deniz ve mehtap eşliğinde şarabınızı yudumlamak da başka bir alternatif.

KOTOR

Budva ile kıyaslandığında Kotor, sakin bir gece hayatına sahip; eski şehir içinde ve çevresindeki mekanlar daha romantik ve sakin. Eski şehirden çıkınca sağa doğru 1 km yürüyünce alışveriş merkezini geçtikten sonra sol tarafta denizin içinde ama etrafı kısmen sarılmış bir havuz var; gece yerli-yabancı gençler burada toplanıyor, kimi müzik eşliğinde kafa dinliyor kimi geceye aldırmadan havuz parti yapıyor.



KARADAĞ’DAN NOTLAR


Hırvatistan’ın AB’ye girmesi biz Türklere çok da yaramadı çünkü bu ülkeye girmek için artık vize gerekiyor. Eğer yeşil pasaportunuz ya da geçerli bir Schengen vizeniz varsa, Mostar’dan çok sık kalkan Dubrovnik otobüslerine atlayın ve bu şehri gördükten sonra Karadağ sahillerine doğru yol alın. Ben bu geziyi vizesiz tamamlayacağım derseniz; Bosna’dan Karadağ ‘a geçiş için en güzel rota Mostar’dan sonra Herzeg Novi’ye ulaşmak. Buralara kadar gelmişken, ülkenin başkenti Podgorica’yı da göreyim derseniz karar sizin ama benim Karadağlı arkadaşlarımdan duyduğum şey şu: ‘There is nothing to do in Podgorica when it is summer’ yani yazın Podgorica’da yapılacak bir şeyin olmadığı. Çok küçük bir ülke olan Karadağ’da başkentliler, yaz ayları boyunca iş çıkışları yarım saatlik bir yolculuktan sonra kendilerini ülkenin sahillerine atıyorlar. Dolayısıyla gerçekten de başkentte yapacak pek bir şey kalmıyor ama dediğim gibi karar sizin.

Karadağ içinde ya da Bosna-Karadağ, Karadağ-Arnavutluk arasında bineceğiniz otobüsler Türkiye standartlarıyla karşılaştırıldığında hayal kırıklığı yaşatabilir. Şehirler arası otobüsten çok dolmuşa benzeyen bu araçlarda sürekli bir sirkülasyon söz konusu, aracın ineni bineni eksik olmuyor. Bundan da öte koltuklar eski ve bazılarıysa kırık.

625 bin nüfusuyla ve yüz ölçümüyle Balkanların en küçük ülkesi olan Karadağ’da Sırp ve Karadağlılarıın yanında ülkenin özellikle doğu kısmında Müslümanlar yaşamakta. Ulçine (Ulcinj) %70 lik Arnavut nüfusuyla, Karadağ’da en çok Müslümanın yaşadığın şehir. Kosova ve Arnavutluk sınırında bulunan Plav adlı kent zamanında önemli bir Türk nüfusa ev sahipliği yapmış. Türkiye’ye göç eden bu Türkler eski topraklarını görmek için son yıllarda Karadağ’a daha sık gelmeye başlamış.

Küçük ülke posta pulları her zaman koleksiyonerlerin aradığı parçalardan olmuştur, bu sebeple Karadağ pulları koleksiyonleri cezbediyor. Eski paralara meraklıysanız, Kotor’da otobüs istasyonuna giderken karşınıza çıkacak pazar, kalenin altında konumlanmış ve içerdeki bir dükkan antika malzemelerle birlikte eski para da satıyor. Burada, eski bir Yugoslav parasına 2 euro vermiştim, daha sonra 3 tane Yugoslav parasını, Makedonya’da 200 Makedon Dinarına yani 3 eurodan biraz fazlaya almıştım. Eğer eski paraya meraklıysanız ve Makedonya , Bosna ya da Kosova’yı ziyaret edecekseniz, bu işi bu ülkelere bırakın. Bu pazarda ayrıca taze sebze, meyve, süt ürünleri , mantar; köy üretimi şarap; envai çeşit rakiya  bulabilirsiniz.

Yugoslavya’nın 1992’deki dağılma süreciyle ülke Sırbistan ile federasyonda kalsa da para birimi olarak Alman Markı’nı kullandı, daha sonra da euroyu para birimi olarak ilan etti. Para biriminin euro olması sizi korkutmasın çünkü fiyatlar Türkiye’ye yakın; hatta çoğu zaman Türkiye’ye kıyasla daha ucuz.

Kotor körfezi birçok küçük şehre ev sahipliği yapıyor. Bu şehirler, haşmetli dağları ve masmavi deniziyle harika bir manzara oluşturuyor. Arabayla seyahat edecekseniz yolda sık sık durmak için bir bahane bulacaksınız; eğer otobüsle yolculuk yapıyorsanız da sol pencere kenarı manzara için ideal.
                                                                                                                                                      



İŞİNİZE YARAYACAK BİRKAÇ KELİME

DA: evet
NE: hayır
ZDRAVO: merhaba
HVALA: teşekkürler
MOLIM: lütfen
DOBRO: iyi
GDE JE... :  .... nerede?
LEVO: sol
DESNO: sağ
PRAVO: dümdüz git
AERODORM: havaalanı
ZELEZNICA STANICA: tren istasyonu
AUTOBUSKA STANICA: otobüs istasyonu


DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN:




Bir sonraki durak: ARNAVUTLUK
TİRAN: Bir acayip başkent.


Burak Yazar
13.07.13

5 Temmuz 2013 Cuma

Arada Kalmış Bir Ülke: Bosna


 

BOSNA, kısa kısa

Bosna Hersek ya da Bosna; yaklaşık 4 milyon nüfuslu bir Balkan ülkesi. En büyük şehri ve başkenti  430bin nüfuslu Saraybosna. Ülkenin para birimi Konvertible Mark(KM) ve 1,95KM=1 Euro.

Ülke adeta bir kültür yumağı: Balkanların ilk toplumu ve bugünkü Arnavutların ataları olan İliryalılar ile bölgede başlayan yerleşim, Roma İmparatorluğu’ nda da devam etmiş. Bölge Slav ırkların göçüyle farklı bir
Bosna Haritası
Kaynak:Wikipedia
çehreye bürünse de Bosnalı Slav halkın Katolik ya da Ortadoks inancı değil de Bogumil denen Hristiyan mezhebini seçmesi onların sapkınlıkla suçlanmalarına ve üzerlerine Haçlı Orduları’ nın gönderilmesine neden olmuş. Belki de bu sebeptendir ki Müslümanlık bölgede kısa bir sürede benimsenmiş ve Osmanlı hükümdarlığı altında Bosna altın çağını yaşamış.

Osmanlı’ nın zayıflaması bu ülkenin de kaderini değiştirmiş.  Osmanlı - Rus Savaşı sonrası imzalanan 1878 tarihli  Berlin Antlaşması ile Bosna’nın kontrolünü Avusturya Macaristan İmparatorluğuna bırakılmış. 1914’te Avusturya-Macaristan veliaht prensi Franz Ferdinand ve karısının Latin Köprüsü olarak adlandırılan yerde bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi 1. Dünya Savaşı’nın ateşini Bosna’dan yakmış. 4 yıl süren savaşın sona ermesi ve imparatorlukların yıkılmasıyla ülke 1918 yılında kurulan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı’nın toprakları arasında yer aldı. Bosna, 1945’te 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan Sosyalist Yugoslav Cumhuriyeti’nin altı federal cumhuriyetinden biri oldu.

Yugoslavya’da 1991’de çalmaya başlayan çanlar, Bosna’nın 3 Mart 1992’deki bağımsızlık ilanının da
Bosna bayrağı
habercisi oldu. Fakat Sırpların kabul etmediği bu bağımsızlık 3 yıl sürecek kanlı bir savaşın nedeni olacaktı. Bu savaş Aralık 1995’te Dayton Antlaşması ile sona erdirilse de ülkede savaşın izleri ve geri kalmışlık hala devam ediyor.

Ülke bugün, Bosna Hersek ve Republika Srpska adı altında iki oluşuma bölünmüş ve buna ek olarak Brcko denen bağımsız bir bölgeye sahip. Bir araştırmaya göre ülkede etnik dağılımlar söyle:  48%  Boşnak, 37.1%, Sırp, 14.3% Hırvat,  0.6% diğer*. (The World Factbook, 2000)

*The World Factbook, Bosnia and Herzegovina . Central Intelligence Agency. Erişim tarihi 03.07.2013, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/bk.html


SARAYBOSNA

Pazar gününü de Belgrad’ta geçirdikten sonra Saraybosna için en son otobüse atladık. Bilete vergiler dahil kişi başı 2510 dinar ödedik. 22.30 da başlayacak yolculuk ortalama 8 saat sürecekti. Çok kalabalık bir otobüs beklemiyordum, ama yanılmışım. Özellikle turistlerden oluşan bir yolcu grubuyla yola çıktık. Uykum sınır kontrolleri, dolambaçlı yollar derken sık sık bölündü. Gözümü ara sıra açıp kapıyordum. Bir an uzun uzun baktım çevreye, neredeyse 8 saat de dolmuştu. Manzara harikaydı dağların arasına saklanmış bir vadi vardı; evet burası Saraybosna'ydı.

Otobüs şehre girer gibi oldu sonra evler seyrekleşti yine, binalar eskidi ve yıkık dökük bir istasyona ulaştık. Sanki 2000’lerde değildim. Bizim otobüsten inenlerden başka istasyonda bir dilenci, bir de tuvalet için haraç kesen bir kadın vardı; derken taksiciler belirdi bir anda. 2 kişi daha bulduk ve atladık taksiye; 10 euro’ya anlaştık şehir merkezi için.

Ha bu arada söylemeden geçmeyeyim. Bu şehirde iki otobüs istasyonu var. Biri ‘East Sarajevo’ diğeri ‘West Sarajevo’. Karadağ ve Sırbistan’dan gelen otobüslerin %90ı ‘East Sarajevo’ istasyonundan yolcu indirip bindiriyor. Öteki istasyon; şehrin içinde ve tahmin edebileceğiniz gibi tren garının yanında.

Şehir merkezi yolunda taksici bir kaç kelimeyi geçmeyen İngilizcesi ile başladı bir şeyler anlatmaya.’ Olimpiad’ diyordu bir tepeyi gösterip, kafamı sallıyordum 1984 Saraybosna Kış Olimpiyatları’nı hatırlayıp. Sonra konu bir ara Rebuplika Srpska, Bosna Hersek ayrımına geldi. Taksicimiz tabi ki Rebuplika Srpska’yı övdü ve Bosna Hersek için eliyle’ boşver onları’ tarzı bir işaret yaptı. Saymaya devam etti: ‘Austuria, Ferdinand, Latin Bridge’... Derken ‘Başçarşıya, centar’ ve küçük gezinin sonu. 

Hostele vardığımızda saat 7 civarıydı. Check-in saatine kadar küçük bir şehir turu yapmayı düşündük. Ama önce yemek yenilmeliydi. Burek ve yoğurt (börek ve ayran) eşliğinde başlayan gün,  uykusuzluğun da getirdiği sersemlikle, şehri sıcak basmadan yüksek bir noktadan görme hevesine bıraktı kendini. Haritayı bir öyle bir böyle tutarken mezarlıklara rastladık. Daha önceden okuduğum ‘Saraybosna’daki en yeni yapıları mezarlıklarıdır’ sözü geldi bir anda aklıma. Daha sonra fark edecektim ki mezarlıklar şehrin her yerindeydi ve bugün en yeni yapılar olmasa bile belki bir 10 yıl öncesine kadar öyleydiler.

Alija ve kardeşleri
Tepeye varmamıza az kala bir çocuk yaklaştı yanımıza; yardım edebilir miyim diye sordu. Tepeye çıkarken konuşmaya başladık, zaten sonra önünü alamadık muhabbetin. Çocuğun adı Alija idi ve henüz 15 yaşındaydı. Muhabbet ilerledikçe ortak noktalar da arttı, ailesinin bir kısmı İstanbul'da yaşıyormuş. Kahve içmeye davet etti bizi evine, kardeşlerimle de tanışırsınız dedi. 5 kardeşi var Alija’nın. İki küçük kardeşi Türkçe öğreniyorlar, 12 ve 13 yaşındaki çocuklar kendi dillerinin yanında İngilizce ve Türkçe’ye de hakimler. Alija’nın babası üniversite mezunu bir imam. Bosna kahvesi ve Boşnak keki eşliğinde o anlatıyor; çocukları çeviriyor. Tito’dan, Türkiye’den, savaştan ve bugünün Bosna'sından konuşuyoruz. Kahvenin üzerine serin bir limonata. Namaz vaktinin yaklaşmasıyla izin istiyor baba, biz de çok durmadan ayrılıyoruz evden.

  

Bosna’nın başkentine Saraybosna deniliyor dilimizde, oysa ki Sarajevo daha bizden. Saray ovası ‘ndan türeyen ismin kökleri Osmanlı’nın bölgeyi 1450lerdeki fethine dayanıyor. Şehrin kurucusu kabul edilen Osmanlı valisi İsa Bey’İn yaptırdığı hükümet konağı saray olarak kalmış halkın ağzında, ova ise çevresi dağlarla çevrilmiş bir şehir için çok uygun bir ek.

Yine şehri parçalara bölelim ve öyle anlatalım.


GEZİLECEK YERLER:

BAŞÇARŞIYA: Yine tanıdık bir kelime. Eski merkez, başçarşı bugün hala hareketli. Turistlerin uğrak
Başçarşıdan akşam manzarası
noktası olan çarşıda aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Osmanlı döneminde şehrin ilk valisi olan Isa Bey tarafından oluşturulmaya başlanan merkezde, Gazi Hüsrev Bey’in de etkileri gözlenebilir. Gazi Hüsrev Bey, merkeze bir cami, medrese, kütüphane ve hamam ekleyerek küçük kasabanın şehirleşmesinde etkili bir rol oynamış. Başçarşı içinde kalan diğer önemli yapılar şöyle: saat kulesi (sahat-kula), çeşme (sebilji), bezistan. Başçarşı içinde bakırcılar sokağından, kebapçılar sokağına eski Türk çarşılarının tipik bölünüşüne rastlayabilirsiniz.

LATİN KÖPRÜSÜ: Latin köprüsü olarak adlandırılan yapı dünyanın çehresini değiştiren bir sonun başlangıcı olmuştu. 28 Haziran 1914’te Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand ve karısı Sophie’yi bu köprü üzerinde öldürmüştü. Bunun üzerine Avusturya- Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilanı Rusya’nın Sırbistan’ın yanında savaşa girmesiyle sonuçlandı. Daha önce hazırlanan ittifakların oluşturduğu zincirleme etkisi birçok devleti 4 yıl sürecek bir savaşın içine itmişti.

Şehrin büyük kısmını
kaplayan mezarlıklardan birisi
TEPELERDEN SARAYBOSNA MANZARASI: Hangi tepeye çıktığınız önemli değil, zaten bir tane bulmakta zorlanmayacaksınız; ama hangi tepe olursa bulacağınız yukarıdan manzara bir harika. Eğer manzarayı güzel bir yemeğe ilave, Türk ve Boşnak ezgileriyle taçlandırmak isterseniz Park Princeva restoran tam size göre.

MEZARLIKLAR: Malesef şehrin büyük bir kısmı mezarlık. Savaş sırasında bazı kadınlar tüm erkek akrabalarını; çocuklarını ve eşlerini vatan savunmasında yitirmişler. Onların ruhlarına bir Fatiha da siz okuyun. Boşnakların kahramanı ve eski devlet başkanı, Alija İzzet Begoviç’in mezarı Başçarşı’daki sebilden 3 dk mesafede, yukarı doğru çıktığınızda karşınıza çıkacak.



MÜZELER:

UMUT TÜNELİ: Savaş sırasında dört bir yanı kuşatılan Saraybosna’nın hayatta kalması için gerekli erzak ve mühimmat şehre havaalanı yoluyla
Umut tüneli
ulaştırılıyordu. Havaalanının Sırp ordusu tarafından kuşatılmasıyla, şehrin atar damarı kesilmişti, buna çare olarak havaalanı altından Butmir ile Dobrinje arasında 800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde, 1,5 metre yüksekliğinde bir tünel kazılmıştı. Savaş süresince tünelden günde ortalama 4bin insan geçişi, 20 ton malzeme ulaşımı yapıldı. Alija Dede ve Şida Nine’nin Bosnak ordusuna tünel yapılması için tesis ettiği evleri bugün müze olarak kullanılıyor. Müzenin girişi 5KM. Müze kapsamında tünelin 20 metrelik orjinal bölümü, evin içinde ve bahçesinde açılan sergi salonları görülebilir. Müze turu çok uzun sürmese de Saraybosna’da yapılması gereken en önemli aktivitelerden biri Tüneli görmektir. Biz kendi imkanlarımızla otobüs ve tramvay ile tünele ulaştık; ama muhakkak kaldığınız hostel bir tünel turu sunuyordur, araştırın.
Tünel, yaz kış 09.00- 16.00 arası her gün ziyarete açık.

BRUSA BEZİSTAN: Saraybosna kent tarihi müzesi. Giriş ve üst kat olmak üzere iki kattan oluşmakta. Giriş katında ilk dönem yerleşimler, İliryalılar ve Roma dönemi anlatılırken üst katta Osmanlı ve Avusturya Macaristan dönemleri konu edilmiş. Tarihe meraklıysanız görülmeye değer bir yer. Ücreti 3KM.

GALERIJA 11/07/95: Saraybosna’nın ana caddelerinden biri olan Ferhadija Caddesi’nde katedralin yan tarafında yer alan galeri Bosna’nın ilk anı galerisi. T.C. Başbakanlık Türk İş Birliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TIKA) tarafından desteklenen sergide, Srebrenica Soykırımı fotoğraflarla anlatılmış. İngilizce bir tur eşliğinde fotoğrafların anlatımı gerçekleşiyor. Tur bitiminde savaşta yakınlarını kaybeden kişilerle yapılan ve her biri yaklaşık 40 dakika süren röportajlar İngilizce altyazı ile iki ekrandan izlenebilir. Serginin çıkışında tarif edemeyeceğim derecede karışık hislerle ayrıldım. Kesinlikle gidilmesini öneririm.



YEME İÇME

Saraybosna Türkler için adeta bir cennet. Yemek kültürü bizimkine o kadar benziyor ki; Avrupa’da ilk defa
Zeljo'daki Cevapi
böyle bir şehirle karşılaştım. Cevapi; bizim İnegöl köftenin gobit ekmek içinde, yanında ince kıyım soğan ile bir tabakta servis edilmiş hali. Birkaç farklı yerde yediğim cevapilerden sonra burada kullanılan etlerin bize kıyasla çok daha lezzetli olduğu kanısına vardım. Bunların arasından en çok Zeljo adlı mekanın cevapisini ağız tadıma en yakın buldum. Daha sonradan öğrendim ki; burası ünlü Boşnak futbolcu Edin Dzeko’nun da en sevdiği mekanlardan biriymiş.

Cevapiden başka daha birçok Türk lezzeti bu şehrin de simgesi olmuş: dolma, sutlija (sütlaç) kadaif (kadayıf), baklava, terhana corbe( tarhana çorbası ),bamija (bamya) ve daha niceleri.

Dolma Tabağı

Türkiye'de benim hiç duymadığım bir dolma çeşidi olan soğan dolmayı test etmek için ‘NANINA KUHINJA’ adlı bir mekana oturduk ama garsonun karışık dolma önerisini, biraz da bizim dolmaları buradakilerle kıyaslama şansını tepmemek için kırmadım ve her tip Boşnak dolmasının tadına baktım.Soğan dolma ile söyleyeceğim soğan tadını hiç mi hiç almıyorsunuz, diğerleri ise annanelerimizin dolmaları gibi.

Kahve bu şehrin adeta simgesi. 'Bosniak Kafa' olarak adlandırılsa da ben her gittiğim yerde Türk kahvesi olarak istedim kahvemi. Isparta’nın gül başkenti Yalvaç’ta sade kahveler kulpsuz fincanda gelirken, şekerli ya da orta kahvelere ‘zenne’ denir ve kulplu fincanda servis edilir. Boşnaklar da kahvenin hası şekersiz olur deyimine uygun olarak hazırladıkları sade kahveleri kulpsuz fincanlarda servis ediyorlar, dilenirse şeker sonradan ilave ediliyor. Belki de onların kahvelerine Boşnak kahvesi demelerinin nedeni bu küçük farklılık.

PEKARA (fırın)lardan sabah akşam ‘burek’ yani börek alıp yiyebilirsiniz. Bunun dışında pogoça(poğaça) bizdekine çok benzese de içindeki malzemeler farklılık gösteriyor. Yogurt isterseniz de koyu kıvamlı bir ayran içeceksiniz. Domuz eti şehirde neredeyse hiç bir üründe kullanılmıyor. Türkiye’de çok görülmeyen fakat balkanlarda ve Avrupa'da çok popüler bir yemek kültürü: tek dilimli al-ye pizzalar. Tüm balkanlarda fiyatlar 1 euro civarında. Bosna’da da 1,5 - 2 KM arası fiyatlar mekanın popülerliği ve pizzanın çeşidine göre farklılık gösteriyor.

Rakija(rakiya) tüm balkan coğrafyasının milli içkisi. Ceviz, böğürtlen hangi aroma ararsanız var rakijalarda. Türk rakısı ve Yunan uzosundan farkı rakiya’nın üzümden, erikten ya da az olsa da daha farklı mevyelerden; rakı ve uzonun ise anasondan yapılıyor olması.

Sarajevska buranın en popüler birası. Saraybosna sokaklarında dolaşırken, Sarajevska fabrikasına ya da dağıtım tesisine rast geldik. Bunun dışında popüler yabancı biralar da şehirde mevcut.



 GECE HAYATI VE EĞLENCE:

Saraybosna çevre ülke başkent ya da şehirleriyle karşılaştırıldığında eğlence konusunda biraz daha sakin kalıyor. Ülkede geceler, gece kulüpleri yerine sokaklardaki kafe-barlarda yudumlanan içkilerle sürüyor. Buna rağmen gece kulübü tarzı mekanlar da yok değil. Cinemas Club bunlardan biri. Bizim gittiğimiz gece kapalıydı ama daha sonradan öğrendik ki her Pazartesi Latin gecelerine ev sahipliği yapıyormuş.





 PİRAMİTLER ŞEHRİ VİSOKO

Bosna piramitlerini, ilk kez uluslararası bir organizasyonda çalışırken Hırvat katılımcıdan duymuştum. Balkanlarda bir geziye çıkacağımı söyleyince kesinlikle piramitleri  görmemi tavsiye etti. Not alsam da ilk kez duyduğum bir şey için zaman ayırıp ayıramayacağımdan emin değildim. Ta ki Musa Dede’nin Hürriyet’te yayımlanan ‘Bosna – piramit fenomeni’ adlı yazısını okuyana kadar; okuduktan sonraysa gizem oluştu içimde ve keşfedilmeyi bekleyen bir merak.  Musa Dede’nin yazısını okumanızı kesinlikle öneriyorum, hele de piramitle ilgili ilk kez bir şeyler duyuyorsanız. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23098277.asp

Bahsedilen piramit kompleksi aslında şehrin her tarafına yayılmış piramitlerden oluşuyor. Bunlardan en büyüğü, üzeri yeşilliklerle kaplı Güneş Piramidi. 220 metreyi aşan uzunluğuyla dünyanın en uzun piramidi olarak kayıtlara işlenmiş. Ay Piramidi, 147 metrelik boyuyla Giza Piramidinden de yüksek ve piramitler kompleksinin ikinci en önemli piramidi. Yaz aylarında güneşin batışından önce Güneş Piramidinin gölgesinin, Ay Piramidini kaplaması iki piramit arasındaki astronomik ilişkiyle yorumlanıyor. Bu iki piramitten başka, Ejderha Piramidi, Sevgi Piramidi ve Toprak Ana Tapınağı kompleksin diğer önemli yapılarından.

Ravne Tüneli olarak geçen tüneller dizisi, yine Profesör Doktor Sam Osmanagiç tarafından keşfedilmiş. Yapı, karbon ölçümleri sonucu ortalama 12.000 yıl önceye tarihlenmiş. Daha önce belirli girişleri açık olan tünel, halk tarafından yüz yıllarca doğal bir mağara sanılmış fakat tünel içinde başlayan kazılarla tünelin dağın içindeki büyüklüğü ve yayılımıyla aslında  insan yapımı olduğu tespit edilmiş.     

Tüm bu yazılanlardan sonra piramitlerle ilgili daha fazlasını duymak istiyorsanız ve Visoko’ya nasıl giderim diyorsanız okumaya devam.

Kaldığımız hostelde 30 euroya piramitlere günübirlik tur düzenleniyordu. Seyahatimin henüz ikinci ülkesinde olmam nedeniyle işimi daha ucuza halletmeye çalıştım ve indikten sonra piramide giden yolu nasıl bulacağımı henüz düşünmediğim bir trene bindim.

Saraybosna Visoko trenine 4,40 KM, aynı yol için dönüşte kullanacağım otobüse ise 6,30 KM ücret ödedim. Eğer tren saati uyuyorsa daha rahat bir yolculuk için tercih edilebilir. Fakat Balkanlardaki trenlerin en büyük sıkıntısı iki noktaya bağlantıda çok seyrek seyretmeleri.

Trenden indikten sonra ‘centar’ diye merkezi sorduğunuzda aşağıya doğru inen düz yolu göreceksiniz. Eski bir katedrali sol tarafta bırakıp ilerlediğinizde sağınıza otobüs istasyonu çıkacak. Otobüs terminalini geçer geçmez nehrin iki yanını birbirine bağlayan köprüden geçip bekleyin. Çünkü şimdi karar verme sırası. Nehirle birlikte soldan devam eden yolu takip ederseniz uzun bir yürüyüş ve tırmanma sonucu ‘Güneş Piramidi’ ne varabilirsiniz. Düz devam eden yolu takip ederseniz ise piramitleri birbirine bağlayan tünellere ulaşırsınız. Tüneller hala kazılmakta ve burası söylenene göre şu an dünyanın en büyük ve açık arkeolojik alanı.
Güneş Piramidi’ne tırmanmanın havanın 40 dereceye yaklaştığı bir günde yılanlar nedeniyle tehlikeli olabileceği aklınızda bulunsun. Belki de o gün yalnız ve ilk defa geldiğim bir yerde olmamdan dolayı, yılan riskini göze alamadım  ve tünele doğru yola koyuldum.

Tünel için, şehre arabasız geldiyseniz bir taksiye atlayın; çünkü yol yürüyüş için çok uzun ve yorucu. 


TÜNEL:

Ormanın içinde kazı çalışmaları var, sürekli içeriden el arabalarıyla çıkarılan toprak boş bir alana dökülüyor. Çevrede ise yeni inşa edilmiş fakat içi henüz boş turistlik ahşap dükkanlar ile tünel için giriş ücretinin ödendiği ve aynı zamanda çeşitli yayınların satın alınabildiği bir kulübe.
Tünel içindeki büyük hollerden biri

Tünel girişi 5KM, öğrenci indirimi uygulanmıyor ve içeriyi bir rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz; aksi takdirde kaybolmamak içten bile değil. Ben biraz geç kalmışım, rehber konukları da almış ve ilerlemiş tünelin içinde. Beni piramitler için gönüllü çalışan bir Boşnak, rehber Emir’e teslim etti. Emir kısık ses tonuyla ve yer yer anlaşılmakta güçlük çeken akıcılıkta İngilizcesi ile tüneli gezdiriyordu.

25 bin yıllık olduğu düşünülen Güneş Piramidinden başka Ay piramidi, Ejderha Piramidi gibi farklı isimlerdeki piramitlerin bölgedeki varlığından bahsetti. Labirentlerde hayvanların olmamasının nedenini iyi kurgulanmış bir ses sistemine bağladı. Piramide gelen uydurma ve yeni yapıldı eleştirilerine taşların dizilimlerini göstererek karşılık veriyordu. Farklı odalara girip çıktıktan, kolidorlarda ilerledikten sonra eski zamanlarda meditasyon için kullanıldığı tahmin edilen büyük taşların üzerindeki oymalardan, işaretlerden bahsetti; gösterdiği işaretler ve yaptığı açıklamalar birbirini destekler nitelikteydi. Sık sık bugüne dem vuruyor, insanların savaşmalarını anlamsız bulduğunu belirtiyordu ve tabi ki o yapay mutluluk anlayışlarını. Meditasyon taşları etrafında toplandığımızda ellerimiz açıp taşa yaklaşmamızı ve kendimizi rahat bırakmamızı söyledi. Avuç içlerimde bir enerji hissetmiştim ve tünelden ayrılırken huzur doluydum; bu huzur belki yolculuktan sonra girdiğim sessiz ortamın verdiği bir sakinlikti belki de taşların sundukları o ruhsal dinginlik. Her ne olursa olsun oradan sakinleşmiş bir şekilde ayrıldım.

Güneş Piramidi olarak adlandırılan en büyük piramit uzaktan ya da tepeden bakıldığında bilinen piramitlerden farksız. Keskin yapısıyla civardaki dağlardan ve yükseltilerden ayrılıyor. Tüneldeki tur bitip dışarı çıktığımızda

Şehrin içinden Güneş Piramidi
aslen Visokolu olan Emir’e piramitlerin keşfedilmesinden önce dağın şekli hakkında ne düşündüğünü sordum. Şehre yakın olan bu dağa sık sık gittiğini ve şifalı bitkiler topladığını söyledi. Emir’in anlattıklarından bana asıl ilginç gelen, Osmanlıların Visoko’yu fethinden sonra yaptıkları ilk şeyin Güneş Piramidinin üzerinde bulunan kaleyi yıktırmalarını söylemesi oldu. 1500lerde kalelerin önemi şüphesizdi ve bu kaleler uğruna yıllarca savaşan Osmanlı’nın Güneş Piramidinin tepesindeki bu kaleyi şehrin savunmasında kullanmak yerine yıktırmasının ardındaki gizem bende de cevaplanmayan sorular bıraktı.

Bugün hayatımızın büyük bir kısmı rekabetle geçiyor, doğduğumuz andan beri rekabet ediyoruz, yaşımız kaç olursa olsun en iyisi olmaya çalışıyoruz. Hatta bu rekabet ülkeler arası platforma taşındığında on yıllarca unutulmayacak acılara gebe oluyor. Ve mutluluklarımız? Hepsi aslında o kadar boş şeyler ki; daha pahalı bir araba ya da daha çok fonksiyonu olan bir saat gibi. Peki gerçekten bu mudur hayat? Bunun için mi yaşıyoruz? Tarih okullarda hep lineer bir form olarak artan grafikte anlatıldı bize; yani yaşadığımız her gün bir öncekine göre ilerideydik. Oysa hala bir çok alanda Roma’nın gerisindeyiz. Ya belki uygarlık azalarak artan ya da azalan bir grafik içindeyse? Musa Dede’nin yazısındaki belirttiği gibi belki de birden çok uygarlık, birden çok Adem vardı ve kim bilir tarih kaç kere sıfırlanmıştı.

Piramitlere giderseniz bir kaç soru da siz sorarsınız belki.        

Küçük bir hatırlatma: İçerinin ısısı düşük, özellikle yaz mevsiminde bir tünel gezisi planlıyorsanız yanınıza, içeride giymek için kalın bir şeyler alın.

Daha fazla bilgi ve görsel için: http://www.bosnianpyramid.com/




BİR SUİKASTE KURBAN GİDEN KÖPRÜ VE ONUN ŞEHRİ: MOSTAR


Bosna’nın 5. Büyük kenti olan Mostar’ın şehir oluşu Osmanlı’ya ve 1452’ye dayanıyor. Bugün, Neretva nehrinin iki yanını saran şehrin söyleyecek o kadar çok sözü var ki, ama o susmayı tercih etmiş hep.

Şehir Mimar Sinan’ın öğrencisi olan Mimar Hayrettin tarafından Kanuni Sultan Süleyman Han’ın hükümdarlığı sırasında 1566’da yaptırılan eski köprü (Stari Most) ile tanınıyor. 9 Kasım 1993’te Hırvat-Bosna savaşı sırasında, Hırvatlarca yerle bir edilen köprünün aslına uygun olarak yapılmış replikası 23 Temmuz 2004 yılında kullanıma açıldı. Köprü, açılışından bir yıl sonra 2005’te UNESCO köprüyü Dünya Mirasları listesine katıldı.

Elviya Çelebi ise Mostar köprüsünü bir gökkuşağına benzetmiş ve şunları söylemiş seyahatnamesinde:  ‘’Mostar köprüsü: Bu köprüyü de Süleyman Han’ın fermanı ile Koca Mimar Sinan yaptırmıştır ki bir kayadan bir kayaya uzanır. Ortasından ırmak akar. İki taraftaki kale arasında bu köprüden başka yol yoktur. Şunu bilesiniz ki bu hakir Elviya, bu ana gelinceye kadar 16 padişahlık yer gezdi, böyle büyük bir köprü görmedi. Bir kayadan bir kayaya gökkuşağı gibi atılmış uzunluğu tam 100 germe adımdır. 15 ayak enliği vardır. 4. Murat’ın ruznamçecisi İbrahim efendi bu köprünün üstünde batıdaki varoşun suyunu köprü üstünden tunç künklerle çarşı ve pazara getirmiş, hamam, cami ve medreselere dağıtmıştır. Süleyman Han’ın yaptığına dair kudret kemeri (tarih) sene 974’tür.’’ 

Elviya Çelebi'yi kendine aşık eden Mostar Köprüsü


1991’deki son resmi sayımlara göre şehirde etnik dağılım şöyle şekillenmiş:

Boşnak - 43,856 (35%)
Hırvat - 43,037 (34%)
Sırp- 23,909 (19%)
Yugoslav - 12,654 (10%)
Diğerleri - 2,925 (2%)
Toplam - 126,066     *

Bugün hala sorunlu bölge olarak geçen şehirde, bazı belediyelerin halklar arası olası bir sorun tehdidi nedeniyle seçimlere katılmaması şehrin etnik yapısı konusunda net bir bilgi edinmemizi engelliyor. 

Bugün, Boşnak-Hırvat savaşı sırasında köprünün karşı tarafındaki topraklarından zorla çıkarılan Boşnakların, Hırvatlardan ayrılmışlığının simgesi Neretva Nehri ve Eski Köprü.


*STANOVNIŠTVO PREMA IZJAŠNJENJU O NACIONALNOJ PRIPADNOSTI PO OPŠTINAMA




MOSTAR’DA GEÇİRİLEN BİR KAÇ SAAT

Saraybosna’dan aldığımız bilet bizi Mostar’a götürecekti. Oradan Karadağ’ın Herzeg Novi kentine geçip başka bir otobüsle dünyaca ünlü Kotor Körfezi’ne varacaktık. Saraybosna’dan Kotor’a gitmemiz dar ve dağlık yollar nedeniyle 10  saati bulacaktı. Ama her bir karesi panaromik yollar dışında görülecek, dinlenilecek ve nefis yemekler yenilecek bir şehir yol üzerinde bizi bekliyordu: Mostar.

Yeni bir şehre vardığınızda yapılması gereken ilk şey, bir sonraki durak için bileti almaktır.Biz de Mostar’a iner inmez Herzeg Novi için biletleri aldık. Çantalarımızı istasyonda bırakarak şehirde turlamaya başladık, tabi
Eski şehirden bir kare
ki kısıtlı zamanımızda ana hedef Eski Köprü’yü görmekti. Yürüdükçe savaşın izlerinin bu şehirde de tam anlamıyla silinmediğini yıkık dökük, kurşun kaplı duvarlardan anladık. Tek ya da iki katlı evlere yaklaştıkça köprüden çok da uzak olmadığımızı fark ettik. Derken restoranlar daha sonra hediyelik dükkanlar ve işte köprü. Köprünün etrafı çok kalabalıktı, turistlerden biri gidip öteki geliyordu güzel bir kare için. Biz de geleneğe uyup bu kervana katıldık. Köprüyü görünce Mostar’ın bir geleneği geldi aklıma: gençler evlenince mutlaka köprünün üzerinden geçermiş. Çevrede çok Türk turist vardı belki bundandır ki dükkanlardakiler de Türkçe selamlıyorlardı bizi: ‘Merhaba, buyrun’. Birine girdim birkaç parça hediyelikten sonra yemek için bir yere oturduk. Bosna’daki son cevapimiz için sabırsızlanıyorduk. Saraybosna’da tecrübe ettiğimiz şey 6-7KM ye tıka basa doyuyor olmamızdı. Aynı sahnenin tekrar gerçekleşmesini umduk, yanılmışız. Mostar’ın çok daha turistlik olmasından 4 küçük köfte, dilimlenmiş soğan pilav ve çok az bir gobit geldi önümüze; çaresiz yedik bize sunulanı.

Yemekten sonra otobüs istasyonuna doğru yürümeye başladık. Mostar’ın tadı damağımızda kaldı ama iyi ki de gelmişiz dedik.

Eğer kısıtlı zamanınız varsa ve Bosna’dan sonraki durağınız Dubrovnik ya da Karadağ ise siz de Mostar’a uğrayın ve burada bir kaç saat geçirin. Buradan sahil en fazla 3 saat uzaklıkta.  



BOSNA’DAN KISA NOTLAR

Aylık çıkan ve ücretsiz olarak bir çok noktadan temin edilebilen ‘SARAJEVO NAVIGATOR’ adlı şehir rehberi İngilizce ve Boşnakça olarak iki dilde yayımlanıyor. Rehberde o ayda gerçekleşecek olan etkinliklerden, ünlü isimlerle sohbet ve Saraybosna tarihi ile ilgili bilgilere ulaşabilirsiniz.

Saraybosna’da rastladığım yıkık  ya da ön yüzleri kurşun delikleriyle dolu binalar savaşın izlerinin tam olarak silinemediğinin en büyük göstergesi. Ayrıca yolda yürürken kaldırımlara dikkatlice bakın. Eğer kaldırımlarda kırmızı boya ile doldurulmuş delikler varsa; o delikler atılan el bombalarının ve götürdüğü canların izleri.
Saraybosna 1984’te Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmış. Eğer kayak yapmayı seviyorsanız bu şehre kış mevsiminde uğramayı ihmal etmeyin.

Balkanlar kitabını okuduğum sırada Balbay, Saraybosna’da aktif görev alan kültür merkezlerini İran, Fransız ve İngiliz kültür merkezleri olarak sıralıyordu. Üzülmüş Balbay haklı da bunda; fakat aradan geçen yıllardan sonra ben Yunus Emre Kültür Merkezi ile karşılaştım bir Saraybosna sokağında. Çalışmaları hakkında derin bir bilgim yok; yabancılar için Türkçe kursları düzenlediklerini ve TOEFL ya da IELTS tarzında bir Türk dil yeterlilik sınavı yaptıklarını biliyorum sadece. Dileyen araştırıp daha fazla bilgi edinebilir ama benim için önemli olan nokta artık Türkiye’nin de Saraybosna’da bir Türk kültür merkezinin olması.

Eğer tatilinize Bosna’dan sonra, eski Yugoslavya ülkelerinde devam edecekseniz; zaten Bosna’da iki gün kalacağım, dilini öğrenmeye ne gerek var demeyin. Dil nereye giderseniz aynı, sadece aksan farklılıkları var. Tabi onlara göre işler farklı, Boşnak Boşnakça konuşur, Sırp Sırpça, Hırvat Hırvatça. Çok irdelemeyin, tüm balkanlarda rastlayacağınız bir durum bu: kendi ulusunu inşa etme; e durum böyle olunca dil de o ulusun dili oluyor



BİR SAVAŞ VE SÜREGELEN YIKIMLAR

Bir ülkede iki ayrı ülke ve bir de paylaşılamayan bir bölge; neresi diye sorsanız Bosna uzak bir cevap değildir. Yine biraz tarih derlemesi ve sonra bugüne geleceğiz.

YUGOSLAVYA’NIN DAĞILIŞININ BOSNA’YA ETKİSİ

1990’larda değişen dünya düzeni ve izleyen süreçte Sovyetler Birliği’ni dağılmasıyla birlikte Avrupa’daki komünist devletler birer birer kabuk değiştiriyordu. Büyük ve güçlü Yugoslavya için de çanlar çalmaya başlamıştı artık, ayrılıklar yakındı.

25 Haziran 1991’de Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlık ilanlarını 25  Eylül 1991’de Makedonya’nın
Yugoslavya'nın dağılışı
kaynak: Wikipedia
ayrılışı izlemişti. Bosna’da kendine uygun bir çıkış yolu ararken 29 Şubat ve 1 Mart 1992 ‘de referanduma gitmiş ve nüfusun %64 ünün katıldığı halk oylamasından %98lik bağımsızlığa evet sonucu çıkmıştı. Bunu 3 Mart 1992’deki bağımsızlık ilanı izledi. Fakat yeni kurulacak ülkede azınlık konumuna düşmek istemeyen Sırplar, Sırp Cumhuriyeti (Republica Srprska) adı altında yeni bir devlet kurup anavatan Sırbistan ile birleşmenin yolunu aradılar. Dönemin Yugoslav devlet başkanı Slobadan Miloseviç’in toprak kaybına uğrayan Yugoslavya için alternatif çözümü ‘Büyük Sırbistan’ idi. Bu amaç uğruna yer yer açık yer yer gizli olarak Yugoslav ordusu (JNA) tarafından desteklenen Republika Sprska ordusu, çok direnişle karşılaşmadan Bosna’nın doğusunu ele geçirmişti. Direnişle karşılaşılmamasındaki ana neden Boşnak halkın Sırplara karşı savaşacak güçte mühimmatının olmayışıydı.

Sırpların ‘Büyük Sırbistan’ ideali o kadar uç noktalara ulaşmıştı ki bebekler, yaşlı genç demeden kadınlar ordunun hedefi olmuştu. Bu olaylar ülkenin bir çok yerinde yaşanırken, Srebrenica; soykırım ve kıyımlar denilince akla gelen ilk yer olarak tarihe kazınmıştı. Kıyımın çok ileri noktaya ulaşmasından sonra ya da söyle diyelim; olayların bu noktaya gelmesi beklendikten sonra, Republika Srpska’ya topyekün bir Nato bombardımanı başlatıldı.

Bosna Savaşı Aralık 1995’te Amerika’da Hırvat, Boşnak ve Sırp liderlerin imzaladıklarları Dayton Antlaşması’ yla son buldu. 3 Mart 1992’de Bosna’nın Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti anayasasında yazdığı gibi kendi kararını kendi verme(self-determination) sonucu bağımsızlık ilanı ile başlayan süreç Aralık 1995’te sona erdi. Bu süreç içinde 110 binden fazla sivil ve askerin öldüğü ve 1.8 milyonun ise göçe zorlandığı tesbit edildi. ( Review of European Security Issues, 2006 ). Daha eski tarihli bir kaynağa göre ise öldürülen asker ve sivillerin sayısı 97,207 iken bunların 64,341’i Boşnak, 24,726’ sı Sırp, and 7,602’si  Hırvat idi. (ICD)

 İnsanların katledildiği bir bölgeye barış gücü müdahalesi  için 3 yıl beklenilmesinin nedenini ben anlamış
değilim. Ama Mustafa Balbay konuyla ilgili çok güzel bir tespit yapmış, aynen aktarıyorum: ’’İç çatışmalarda Batı, önce tatmin edici miktarda kanın akmasını bekledi. İç dengelerin tümüyle bozulup, dışarıdan gelecek yaptırıma hiçbir iç tepkinin gösterilemeyeceği bir noktaya gelince müdahale edildi. Öyle ki, Batı denetiminde yaptırılan seçimler bile ayrılık için kullanıldı. Her etnik grubun ayrı partiye oy vermesi sağlandı ki, derinlik uçuruma dönüşşün, geçmişteki ortak yaşamdan izler kalmasın!’’ ( Balbay, 249.sayfa)

1991'e kadar dünyanın en prestijli pasaportlarından birine sahip olan ve farklılıklarından değil birlikteliklerinden  bahseden bir halk nasıl oluyor da 1990'larda eski komşusuna arkadaşına silah tutabiliyor? Biraz düşünmek lazım.

Bu arada çok kısa olarak Hırvatlardan bahsedeceğim:

Tarihe Karadordevo Antlaşması olarak geçen Federal Hırvat Cumhuriyeti Başkanı Franjo Tudjman ve Yugoslav Devlet Başkanı  Slabodan Miloseviç’in 25 Mart 1991’de Voyvodina (Kuzey Sırbistan’da)
Bosna'daki iki oluşum Bosna Hersek (mavi),
Republika Srpska (pembe) ve ayrıcalıklı bölge
 Brcko (yeşil)
Kaynak: Wikipedia
buluşması tarihe leke olarak yazılmıştır. Öyle ki  bu görüşmede iki lider Bosna’nın Hırvatlar ve Sırplar arasında paylaşılmasını öngörmüştür. Burada dikkat çeken unsur ülkede etnik olarak çoğunlukta olan Boşnakların varlığından söz edilmemesidir. Fakat daha sonra Hırvatların bağımsızlık ilanı ve onu izleyen Hırvat-Sırp savaşı , bu paylaşımı tarihe gömmüştür,  Mostar Köprüsü’ nü de yanına alarak: 500 yıllık bir Osmanlı köprüsünün Hırvat bir topçu tarafından yerle bir edilmesi paylaşılamayan bir avuç toprağın intikamıdır, kim bilir?







VE BUGÜN

Bosna; Bosna Hersek ve Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) adı altında iki oluşuma bölünmüş durumda. Ülkenin %51 ‘ini Bosna Hersek oluştururken, geri kalan kısmı Sırp Cumhuriyeti toprağı. Bunlara ek olarak Bosna Hersek; 10 kantona (7'si Boşnak, 3'ü Hırvat ve Boşnak karışık)ayrılmış durumda. Ülkenin aynı anda göreve seçilen Hırvat, Boşnak ve Sırp olmak üzere üç başkanı var. Özetlemek gerekirse, barış antlaşmasının üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen hala homojen bir ülkeden söz etmek zor.



KAYNAKÇA:

Review of European Security Issues.  ( 2006, 3 Mart). America.gov Archive. Erişim tarihi: 2 Temmuz 2013, http://www.america.gov/st/washfile-english/2006/March/20060302182114MVyelwarC0.6359674.html

Research and Documentation Centre. Erişim tarihi: 2 Temmuz 2013, http://www.idc.org.ba/index.php?option=com_content&view=section&id=35&Itemid=126&lang=bs

Balbay, M. (2011) Balkanlar. Cumhuriyet Kitapları.



İŞİNİZE YARAYACAK BİR KAÇ KELİME:


DA: evet
NE: hayır
ZDRAVO: merhaba
HVALA: teşekkürler
MOLIM: lütfen
DOBRO: iyi
GDE JE... :  .... nerede?
LEVO: sol
DESNO: sağ
PRAVO: dümdüz git
AERODORM: havaalanı
ZELEZNICA STANICA: tren istasyonu
AUTOBUSKA STANICA: otobüs istasyonu


DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN:




Bir sonraki durak: KARADAĞ

KOTOR: Bakir koy, masmavi denizi ve eski mahallesiyle UNESCO Dünya Mirasları listesinde.
BUDVA: Balkanların turizm merkezi, birçok yabancı turiste de ev sahipliği yapıyor.

Burak Yazar 05.07.13